Yeryüzünde kadın olmak

14 Kasım Cumartesi günü gerçekleştirdiğimiz Asitane Sohbetleri programının bu ayki konuğu hukukçu yazar Sibel Eraslan’dı. Uzun yıllar kadınların eğitimi ve istihdamı konusunda aktif mücadele veren, 1989-1995 yılları arasında Refah Partisi İstanbul Hanımlar Komisyonu Başkanı olarak görev yapan, Dergah, Mostar ve Hece dergilerinde öyküler kaleme alan, “Fil Yazıları”, ”Can Parçası Hz. Fatıma”, ”Balık ve Tango”, ”Kadın Sultanlar”, “Parçası Benden”, “Siret-i Meryem, Cennet Kadınlarının Sultanı” ve “Çöl Deniz -Hz. Hatice” adlı kitapları yayınlanan ve halen Vakit gazetesinde köşe yazarlığı yapan Sibel Eraslan, “Yeryüzünde Kadın Olmak” başlıklı söyleşide bir yandan kadınların penceresinden vahiy tarihine bir bakış sundu, öte yandan siyasetçi, yazar, hukukçu ve aktivist kimliğiyle kendi kişisel serüvenine atıflarda bulundu.

Toplum olarak dine daha siyasi ve agresif yaklaştığımız bir dönemde kendisi de devrimci bir okuma kültüründen gelen ve çıkış noktası kadın hakları olan Sibel Hanım, süreç içerisinde bu mücadelesinin varoluşla ilgili daha temel bir anlayışa, manevi bir yürüyüşe döndüğünü ve artık düşünce ve yazılarının merkezinde, varlığın temeline aşkı, sevgiyi ve muhabbetin aşkınlığını koyan irfani bakış açısının durduğunu belirtti.

Sibel Hanım’ın konuşmasının her cümlesinde bu metafizik derinlikten izler bulmak mümkündü. Eraslan, parçanın bütünden kopuşunun ilk noktası olan “kün” emrinden başlayıp günümüze dek uzanan varoluş tarihini kutluluğun zirvesi kadınlar üzerinden özetledi.

Konuğumuz, kadınlar üzerine yazma sürecinin bir misyon olarak algıladığı “Kadın Oradaydı” projesi ile başladığını söyledi. “Kadın Oradaydı”, hem dünya tarihinin hem de din tarihinin erkek bakış açısıyla yazıldığını ve bu nedenle barış halleri yerine aslında arızi olan savaşlar, çatışmalar ve askerî antlaşmalara odaklanıldığını iddia eden bir grup kadının, tarihi kadın aktörler gözünden okuma projesiydi. Bu zamana dek hep geri planda bırakılmış olsalar da kitabın adının da çağrıştırdığı üzere Hz. Havva’dan itibaren “kadın oradaydı”. Bu proje kapsamında 12 edebiyatçı kadın 12 dini ve siyasi kadın figürü yazdı ve Sibel Hanım’a da “Züleyha”yı anlatma görevi düştü.

Sibel Hanım bu projeyi “görkemli bir çağrı” olarak gördüğünü ve o günden bu yana cennet kadınlarını anlatma eylemini Hz. Fatıma, Hz. Meryem ve Hz. Hatice hakkında kitaplar kaleme alarak sürdürdüğünü ifade etti. Eraslan, sözlerine şöyle devam etti: “Kadının tarihte yazıyla tanışması geç bir döneme rastlar ve bu süreçte önüne hep engeller konulur. Mesela Hz. Meryem zamanında kadının okuması yasaktı, çünkü İbrani hahamlar kadının muhalefetinden çekiniyorlardı. Oysa Hz. Meryem bu engeli aşmış ve binlerce erkeğin eğitim aldığı döneminin üniversitesini birincilikle bitirmiştir. Ne yazık ki 2000 yıl önce var olan bu engelleme halen sürmektedir.”

Bir kadının edebiyatçı olmasının, üstelik yazılarının öznesine bir kadını, hem de dinsel bir figür olan bir kadını koymasının çok zor olduğu bir ortamda Hz. Fatıma’yı yazdı Sibel Eraslan. Onun ifadeleriyle, sahabeler tarafından “ümmü ebiha” (babasının annesi) lakabına layık görülen Hz. Fatıma’ya Allah biricik sevgilisini, Resulullah (asv)’ı emanet etmiştir. Cinler, hayvanlar ve insanlardan oluşan ordularla desteklenen Hz. Süleyman’ın, İsrailoğullarıyla desteklenen Hz. Musa’nın yanı sıra Resulullah’ın destekçisi hep kadınlar olmuş, Allah onu Hz. Hatice, Hz. Fatıma ve Hz. Aişe başta olmak üzere kadınlara emanet etmiştir.

Sibel Hanım konuşmasının bir yerinde “Her kadın bir ucu Hz. Havva’ya giden bir zincirin halkasıdır” diyerek bir bakıma kadın olmak üzerinden durduğumuz yere ve misyonumuza işaret etti. Ona göre, bizler sadece kaşımızın, gözümüzün şeklini değil ruhsal tecrübelerimizi de ninelerimizden tevarüs ediyoruz, bu yüzden de her birimizde Hz. Hatice’nin dirayeti, Hz. Fatıma’nın fedakârlığı ve Hz. Aişe’nin cesareti var.

Eraslan, Hz. Hacer’in vahiy döngüsündeki yeriyle ilgili olarak da ilginç tespitlerde bulundu: “Doğulu isen Hz. Hacer’le başlar kaderin, yani köle bir kadının torunusundur. Harran’ın güneyinden başlayıp Mezopotamya’ya ve Mısır’a uzanan ve sonra Filistin’de mukim olan dinler tarihi Hz. Hacer’le güneyde bir çölde aks yapar. Vahyin coğrafyası, çölün ortasında çocuğuyla bırakılmış köle bir kadınla Mekke’ye uzanır. Ve o günden bu yana kadın-erkek tüm müminler, velev ki Fahr-i Kainat (asv) olsun, o büyük ninelerinin yaptığı sa’yi yaparak hacı olurlar. Hz. Hacer Mekke’yi kuran kadındır, Hz. Fatıma bir diplomat, aynı zamanda döneminin en iyi hekimi, Hz. Meryem çağının en iyi hattatı ve hafızıdır. Bir başka deyişle bu kadınlar iyi eğitim almış, sosyal hayatta aktif, diplomasi bilen saygın kişilerdir. Ancak onların gücü eğitimlerinden ya da zekalarından değil yüreklerindeki sevgiyle hayatı değiştirme güçlerinden gelir. Onlar tüm yoksunluklara rağmen büyük bir değişimi tetiklemiş ve kendilerinden sonraki hayatlara ışık tutmuş kadınlardır. Onlar, pırlanta gibi parlayan elçilerin destekleyicisi kadınlardır. Hz. Hatice risalet suyunu içtiğimiz kap gibidir. Hz. Meryem’in varlığı da öyledir. Büyük İslam âlimi Tabatabai’ye ‘Hz. Meryem erkek olsaydı ne olurdu?’ diye sorduklarında, ‘Olsa olsa Hz. İsa olurdu’ diye cevap vermiştir.”

Sibel Hanım, konuşması esnasında “Hz. Asiye olmasa nasıl Hz. Musa olurdu?” sorusunu sorarak Hz. Asiye’nin yetim olarak bulduğu bebek Musa’nın peygamber oluşundaki rolüne değindi. Sosyal yardım projelerinin içerisinde bilfiil yer almış biri olarak bu noktada yetim problemini masaya yatırdı. Bugün Bağdat’ta 5.5 milyon, Kabil’de 3.5 milyon yetim vardır, ki bu sayılar bazı Avrupa ülkelerinin nüfusundan bile fazladır. Ve maalesef başta organ, seks ve kimya sanayi mafyaları bu yetimler üzerinde sinsice planlar yürütmektedir. Bu tespitlerden sonra konuğumuz, sohbete katılan hanımların şahsında rahmeti, cemali ve şefkati temsil eden tüm kadınlara çağrıda bulundu: “Bizler Asiye gibi, Meryem gibi bu çocukların analığına soyunmazsak bu çocuklar sahipsiz kalacaklar. Yetimlere bakış açımız geçmişte öyle muazzam bir medeniyet doğurmuştur ki bu medeniyet anasız bir çocuğa İspanya fatihi olacak gücü vermiştir. Tarık bin Ziyad bir yetimdir, Musa (as) yetimdir, Mimar Sinan yetimdir.”

Konuğumuz Sibel Eraslan’ın derin birikimi ve güçlü hitabetiyle tasavvuftan metafiziğe, dinler tarihinden edebiyata, siyasetten sosyal sorumluluğa kadar pek çok konuya temas ettiği Cumartesi günkü programımız günün hatırası sadedinde vakfımız adına hediye takdiminin ardından sona erdi.

Zeynep Özbek/BYV Mütevelli Heyeti Üyesi

Platformunuzu seçin ve paylaşın.