MUSTAFA ULUSOY’LA SWEET BEAN FİLM ANALİZİ

Sümeyye Ebrar Budak‘ın moderatörlüğünde Mustafa Ulusoy’la birlikte “Sweet Bean” filminin analizi gerçekleştirildi.

Program Sümeyye Ebrar Budak’ın Mustafa Ulusoy’u takdimiyle başladı.

Mustafa Ulusoy film izlerken kendini terapi odasında gibi hissettiğini; terapi odasında işlerinin hikaye dinlemek olduğunu ve anlatıcıların da hikayelerini bütün ayrıntısıyla anlatmak istediğini söyledi. Buna karşılık dinleyicinin bazı noktalara dikkat kesildiğini ve bu noktaların hikayenin özünü oluşturan can alıcı noktalar olduğunu, hayatın o sahneler için yaşanacağı ve bu filmde de böyle sahnelerin olduğunu, yönetmenin filmi o sahneler için çekmiş gibi hissettiğini ifade etti.

Daha sonra filmin hikayesinden kısaca bahsetti. Film Sentaro isimli bir büfe sahibi, oraya çalışmak için gelen cüzzamlı bir kadın olan Tokue ve Wakana isimli bir genç kız arasında geçiyor. Program filmdeki bazı sahneleri izledikten sonra Mustafa Bey’in  onları yorumlamasıyla devam etti.

Film analizinde paylaşılanları şu şekilde sıralayabiliriz:

*Film bize hayatı sanat eseri gibi yaşamanın ne olduğunu ve hayatın nasıl sanat eseri gibi yaşanacağını anlatıyor.

*Filmde genç kendi işine gömülmüşken yaşlı kadın dışarıda akıp giden hayatın farkında  ve kiraz ağaçlarının ellerini salladığını söylüyor.

* Eğer hayatı derince yaşamak istiyorsak, dert ve tasalardan uzaklaşmak istiyorsak nasıl bir kâinatın içinde olduğumuzun farkında olmamız gerekiyor. Ve içinden geçtiğimiz şu zamanlar doğayı ve çevreyi keşfetmek için ne kadar önemli zamanlar .

*Hayatı derin bir biçimde yaşamak istiyorsak güneş doğmadan kalkıp yaşama hazırlık yapmamız gerekiyor. Bu bizi daha sabırlı yapar.

*Evimize aldığımız sebzeler, meyveler evimize misafirdir, onlarla bağ kurmalıyız. Bir fasulyeyle kurduğumuz bağ bile bizi hayatın içinde hissettiriyor. Bediüzzaman Said Nursi’nin tahta kaşıkla kurduğu bağ bizim için bir örnektir; kendisi kırk yıllık arkadaşım diyerek kırılan kaşığının atılmasına müsaade etmemiştir. Çocuklarımıza nesnelerle kurduğumuz ilişkinin mahiyetini öğretebiliriz. Örneğin, kalem bittikten sonra onu direkt atmak yerine ona teşekkür etmeyi öğretebiliriz. Eşyanın melekut yönü vardır, bu yüzden boş bir dükkana girerken bile selam vermemiz gerekiyor.

*Tokue’nun Sentaro’yı acısından tanıdığını ve eğer gerçekten ortak acılarımız varsa birisini daha iyi anlayabiliriz. Ama acı çeken insanları bekleyen çok önemli bir “kendine acıma” tuzağı vardır. Bu tuzağa düşen insanlar hayattaki tek gerçek acının kendi acısı olduğu varsayımına kapılırlar ve diğer bütün acılara duyarsız kalırlar. Bu körleşme daha sonra insanı bir zalime dönüştürebilir. Nazi zulmüne uğrayan Yahudilerin bugün Filistinlilere yaptıkları gibi. Tokue’ nun bunu başarabilmesinin en büyük sebebinin kendi acısıyla barışık olmasıdır.

Mustafa Ulusoy filmden çok çarpıcı bir alıntıyla konuşmasını sonlandırdı: “ Patron bu dünyaya Yaratıcıyı dinlemeye ve anlamaya geldik, durum buyken başkası olmak zorunda değiliz.”

Platformunuzu seçin ve paylaşın.