“Geleceğin Türkiyesi İçin Eğitim Çözümleri” Temalı IBPF 2019 Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Gerçekleşti

Vakfımız tarafından bu yıl 8’incisi düzenlenen Özgün İyi Yönetim Uygulamaları Forumu (Inspiring Best Practices Forum- IBPF 2019) 6 Nisan Cumartesi günü Harbiye Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda “Geleceğin Türkiyesi İçin Eğitim Çözümleri” temasıyla Milli Eğitim Bakanımız Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’un teşrifleriyle gerçekleşti.

Ana sponsorluğunu Turkcell’in üstlendiği, yüzlerce kişinin  katılımıyla gerçekleşen etkinliğe, Kuveyt Türk Katılım Bankası A. Ş., LC Waikiki, Mental HR, Speed Medya, Sunar Grup, Yıldız Holding sponsor,  İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Multibem ve Ihlamur Yemek de hizmet sponsoru olarak destek verdiler.

2

Sunuculuğunu Vakfımız Kurumsal İlişkiler ve İletişim Komisyonu Başkanı, Radyo Programcısı Bilal Bal’ın üstlendiği IBPF 2019 Vakfımız Mütevelli Heyeti Başkanı Bahattin Aydın’ın açılış konuşmasıyla başladı.

Başkan Aydın konuşmasında şu hususlara değindi: “Bu sene 8’incisini düzenlediğimiz ve her sene üzerine koyarak zenginleşen programımızla yine ülkemiz için önemli bir konuyu ele almış bulunuyoruz. Geçen sene dijital dönüşümü işlediğimiz ve her sene kritik öneme sahip bir konuda ülkemizde iyi yönetim uygulamalarını paylaşıp sizlerin de ilham almasını sağlamayı amaçladığımız forumda bu defa eğitimde mevcut sorunların çözümüne ilham kaynağı olmayı amaçlıyoruz. Böylelikle de Türkiye’nin problemlerinin çözümüne katkı vermek istiyoruz.

4

Sayın Bakanımız göreve geldikten sonra ülkemizde eğitim konusunda ciddi bir hareketlenme ve heyecan başladı. Sayın Bakanımızın vizyonu ve yapmak istedikleri gerçekten heyecan verici. Bizim böyle bir konuyu işlemeye cesaret etmemiz ve bugün gördüğümüz ilgi sizin sayenizde oldu. Bunun için size çok teşekkür ediyoruz.

Dünya Ekonomik Forumu son raporunda 2020 yılında gerekli olacak en kritik beceriler şöyle sıralandı: Kritik düşünme becerisi, yaratıcılık, kompleks problemleri çözme becerisi, duygusal zeka becerileri, muhakeme ve karar verme becerileri, müzakere becerileri, bilişsel esneklik, öğrenme çevikliği… Sürekli bir değişim içindeyiz ama bunun farkında mıyız? Çocuklarımızı buna göre mi yetiştiriyoruz? Dijital dönüşümün eğitime etkileri nasıl olacak? Bu soruların ivedilikle cevaplanması gerekiyor. Ekonomik krizler değil esas dijital dönüşümü yakalayamamak bizi korkutmalıdır. Bir ülkenin en önemli sermayesi entelektüel sermayesidir.”

Mütevelli Heyeti Başkanımız Bahattin Aydın’dan sonra kürsüye konuşmasını yapmak üzere Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan davet edildi.

5

Prof. Dr. Mehmed Özkan, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden, mezunlarından, eğitim camiasından, MEB İstanbul yöneticilerinden, öğretmenlerden ve iş dünyasından müteşekkil seçkin konuklara özetle şu cümlelerle hitap etti: “Boğaziçi Üniversitesi 160 yıllık geçmişiyle ülkemizin eğitimine çok büyük katkıda bulunmuş bir üniversitedir. Bunu yaparken en önemli bileşenlerden bir tanesi hiç şüphesiz öğrencilerimizdir. Öğrencilerimiz birçok yarıştan geçerek üniversitemize geliyorlar. Dolayısıyla oldukça başarılı, donanımlı ve azimliler. Bu süreçte bir o kadar önemli bileşen de öğretim üyelerimizdir. Öğretim üyelerimiz de aynı şekilde birçok konuda öne geçmiş, hem ülkemizde hem de yurt dışında bilgi ve becerilerini ortaya koyarak üniversitemize gelmiş kimselerdir. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan gerçekten iyi bir eğitim yönetim modeli, kaliteli eğitimin sonuçlarını bize göstermektedir. Tabii bizler bununla yetinmiyoruz. Bu durumu daha güçlü, daha başarılı hale getirmek için de her zaman el ele birlikte çalışmaya devam ediyoruz.”

Prof. Özkan’ın konuşmasını müteakiben sahneye programın onur konuğu Milli Eğitim Bakanımız Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk davet edildi.

BYV yöneticilerine eğitim konusunu ele aldıkları için teşekkür ederek başlayan Sayın Selçuk, pek çok programa davet edildiğini ancak yoğun çalışma temposundan birçoğuna icabet etmesinin mümkün olmadığını, bununla birlikte vakfın IBPF etkinliğinin önceki yedi programını inceledikten sonra katılmaya karar verdiğini belirtti. Bakan Selçuk “Eğitimi Türkiye’nin sorunu olarak değil çözümü olarak görürsek o zaman birlikte neler üretebileceğimiz konusunda çok daha yeni açılımlara, atılımlara yönelebileceğimizi rahatlıkla söyleyebilirim.” dedi.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk önemli tespitler barındıran konuşmasında şunları kaydetti:

Ziya Selçuk: Gelecek büyüleyici bir kelime…

“Tabii burada özellikle vurgulanan kelimelerden bir tanesi de “gelecek” kelimesi gelecek vurgusu… Bu kelime birçok kelime gibi büyüleyici bir kelimedir. Fakat kelimelerle ilişkilerimizi gözden geçirmeye ihtiyacımız var. Çünkü şüphesizlik ve kesin kanaat bizim kelimelerle olan ilişkimizi büyük ölçüde sınırlandırıyor. Ve kelimelerin nasıl içi doldurulmuşsa bizim de o kelimeleri o yükleriyle, o çağrışımlarıyla birlikte kullanmamız konusunda bir alışkanlık var.

Dil kurmadan düşünceyi kurmak mümkün değildir. Eğer biz bir düşünce kuracaksak muhakkak surette bir dil kurmak zorundayız. Ancak bu dili kurmak çok üst düzey bir entelektüel kapasite gerektiriyor. Bilginin ötesinde bilgelik gerektiren bir iş, bu dil kurma meselesi… Bu dili kuramadığımızda hâlihazırdaki küresel anaforun içerisinde kaybolmamak mümkün değil.

Peki dil kurmak ne demek?

Her bir kelimenin canı olduğunu düşünmek ve kelimelerin canı üzerinden bir kelime cerrahisi yapmak, kavram cerrahisi yapmak, kullandığımız bütün temel kavramları bir cerrahi metodoloji içerisinde sorgulayarak, bu kelimenin ya da kavramın neyi çağrıştırdığını ya da tarihsel yükünün ne olduğunu, kelimelerin de doğum tarihlerinin olduğunu, bu doğum tarihleriyle uygarlık serüveni arasındaki ilişkinin paralelliğin ne olduğunu tekrar tekrar gözden geçirmekte yarar var.

Ben bütün dünyada genel olarak bir hipnoz seziyorum. Belli kelimeler ve çağrışımlar otomatize olarak kullanılıyor ve bu kelimelerin evrensel olduğu yanılgısı içerisindeyiz aynı zamanda.

6

“Toplumlar aynı tarihte yaşarlar ama aynı zamanda yaşamazlar.“

Toplumların zaman algısında geçmiş, şimdi ve gelecek üzerinden ciddi manada bir eleştiri konusu olması gerekiyor. Hangi toplum daha çok gelecekte yaşıyor, hangi toplum gelecekte, şimdide yaşıyor, hangi toplum daha çok geçmişte yaşıyor bu suallerin cevapları ortaya konulursa bizim geçmiş ve gelecekle ilgili olan algımızın daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum.

Zamanın ruhu açısından yeni bir dil kurmaya ihtiyacımız var. Çok ilginçtir insan beyninde geçmişi hatırlayan ve geleceği simule eden bölüm aynı yerdir. Bu şunu ortaya koyuyor; bizim gelecekle ilgili çağrışımlarımız geçmiş çağrışımlarımız tarafından belirleniyor. Eğer böyle bir şey varsa bizim zamanın ruhu açısından yeniden bir dil kurmaya ihtiyacımız var. Bu dili ezberin dışına çıkarmak çok kolay değil. Çünkü baskın bir uygarlığın bilişsel kapitalizm diyebileceğimiz, dijital kapitalizm diyebileceğimiz bir küresel sermaye çerçevesinde bilimi sermayenin güdümüne, hizmetine verme anlayışı konusunda gerçekten baskın bir anlayışı var. Bu yaklaşım bize mesela doğal kaynaklar, insan kaynakları, fiziksel kaynaklar ve finansal kaynaklar gibi kelime ya da kelime gruplarını aynı cümlede kullanma olanağını sağlıyor. 

Kaynak demek tüketilecek şey demektir Fiziksel kaynakla insan kaynağını aynı yerde kullanıyor olmak insana kaynak demek uygarlığın insana ya da özneye olan yaklaşımını gösteriyor aslında. Eğer biz doğayı kaynak olarak görürsek tüketmeyi garanti ederiz.

“Doğa bir emanettir.”

Doğa bir kaynak değildir. Doğa bir emanettir. Doğa bizim birlikte yaşadığımız ve endemik bitkileri yurttaşlarımız olarak, çocuklarımız olarak gördüğümüz bir bağlamdır. Eğer biz doğayla ilişkimizi bu şekilde çerçevelemezsek o zaman doğanın niye kaynak olduğu, insanın niye kaynak olduğu sorgulanamaz ve insana tüketici diyen edepsiz bir uygarlıkla karşı karşıya kalırız. Yani insan tüketmekle ilişkilendirilen, yani tüketici davranışıyla bir bilimsel alan oluşturulan bir özne halinde şu anda… Eğer biz insanı tüketici olarak göreceksek doğayla olan ilişkimizi de yeniden yapılandırma ihtiyacı duyarız. Ve bu paradigmal körlük bizim bir dil kurmamızı da bir şekilde engeller.

Çok temelde dünyada yaşanan büyük krizlere baktığımızda bu krizlerin çok yüksek eğitimli insanlar tarafından çıkarıldığını görüyoruz. 2008 krizini düşünün. Dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim almış insanlar tarafından üretildi. Bugün eğitim seviyesi yükseldikçe çevre kirliliği artıyor. Bugün eğitim seviyesi yükseldikçe obeziteyle açlığın aynı dönemde birlikte tarihsel bir yükseliş gösterdiği bir çağı yaşıyoruz.

Eğitim seviyesi yükseldikçe teknolojinin öldürme gücü artıyor

Bugün eğitim seviyesi yükseldikçe teknolojinin öldürme gücü artıyor. Tüm bunlar bizim temelde etik ve ahlaki bir problemimiz olduğunu gösteriyor. Etiğin aslında insanların ne yapması gerektiğiyle ilgili değil ne yapmaması gerektiğiyle ilgili bir alan olduğunu tekrar hatırlamak zorundayız. Eğer biz etik bir çerçeve çizmezsek bugünkü kutsanmış bilimin hizasının nasıl bozulduğunu anlamakta zorluk çekebiliriz. Bugünkü teknolojinin kutsanmış teknolojinin aslında nasıl insanlığın hayrına değil de insanlığın bir şekilde şefkatini ve merhametini hedef alan bir yöne doğru gittiğini rahatlıkla görebiliriz.

37

Ziya Selçuk: Gelecek ütopya ile distopya arasına sıkışmış şimdinin ziyanıdır.

Bugün maalesef gelecek dediğimiz şey ütopya ile distopya arasında sıkışmış bir şimdinin ziyanı olarak değerlendirilebilir. Şimdinin ziyanı inanılmaz bir biçimde gerçekleşiyor ve insanlar ister ruhsal hastalıklar içerisinde olsun isterse düşünsel hastalıklar içerisinde olsun geçmişte ve gelecekte yaşamayı tercih ederek şimdiyi ziyan etme peşindeler.

Selçuk: Tohum yerelde çatlar

Geleceğin muhakkak surette evrensel bağlamda ele alınması ama yerel yorumlanması gerekiyor. Çünkü tohum yerelde çatlar. Eğer biz bu dili kuramazsak, bu dili, bu tohumu bu topraklarda, coğrafyada çatlatamayız ve bir medeniyet çekirdeği inşa etme konusundaki hamasetimiz, nutuğumuz, sloganımız hiçbir şekilde bir karşılık bulamaz. Bir şekilde şimdinin gelecekleştirilebildiği, geleceğin şimdileştirilebildiği bir dünya ile karşı karşıyız. Bu anlamda geleceği yeniden inşa etme meselesi aslında çok komik bir iddia bir taraftan. Çünkü geleceğin inşasını şimdiyi gelecekleştirerek yapamayız.

Prof. Dr. Selçuk: Eğitim çocukları şimdiye uyandırmak şeklinde görülmelidir

Eğitimi insanları, çocukları geleceğe hazırlamak değil şimdiye uyandırmak olarak görmedikçe bunu yapmamız da mümkün değil. Eğitim çocukları şimdiye uyandırmaktır, geleceğe hazırlamak değil…

Geleceğin muhayyel tasavvuru bizim bugünkü özgeçmişimizle sınırlıdır. Biz çocuklarımız için bir özgeçmişten ziyade bir özgelecek tasarlamak gibi konu üzerinde durmalıyız ve çocukların özgelecek yazmasını teşvik etmeliyiz. Bugün önümüzde çok ilginç bir süreç görüyoruz. Bu süreç insanlık tarihinin Göbeklitepe’den alın, 12-13 bin sene deyin, en büyük kırılmasının yaşanacağı bir döneme şahitlik ediyoruz.

Burada dijital olanın, biyolojik olanın ve fiziksel olanın aynı bedende bedenlenmesiyle ortaya çıkan yeni bir çağ söz konusu ve bu çağın öğrenmesinin muhakkak surette yıkıcı bir inovasyon birikimiyle karşımıza çıkacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sıvı içerek öğrenmenin söz konusu olabileceği, insan beynine yazılım yüklenmesinin söz konusu olabileceği ya da insanların beyinlerini ana bilgisayarlara bağlayarak kapasitelerini artırmaya gayret edebilecekleri bir çağa doğru gidiyoruz.

Bütün bunlar bize şunu gösteriyor insanla teknoloji arasındaki ilişkinin Heidiger’den sonra yeni bir yoruma ihtiyacı var. Ve bu yorum eğer yeni bir dil kurularak inşa edilemezse bizim bunu çözümlememiz gerçekten çok mümkün görünmüyor.

7

“Eğitimde kadim olan ile güncel dengelenmeli.”

“Dördüncü kırılma diyebileceğimiz bu yeni siber çağın eğitimi etkilemesi ne şekilde olur?” sorusuna baktığımızda da bunun yanıtı aslında çok açık. Bizim eğitimde kadim olanla güncel olanın dengesini sağlama ihtiyacımız var. Yani biz bugün eğitimle ilgili kullandığımız bütün parlak, cafcaflı kelimeleri, kavramları yeniden düşünmek zorundayız. Örneğin “21. Yüzyıl becerileri” gibi bir ifade çokça kullanılıyor -ki bir hipnoz altındaymış gibi- toplum bu kelimelere takılmış vaziyette. Kelimelere baktığınızda; işte ekip çalışması, yaratıcılık, eleştirel düşünme vs. bu kelimelere baktığınızda bunların Matrakçı Nasuh’ta olmadığını, Da Vinci’de olmadığını, Mimar Sinan’da olmadığını kim söyleyebilir. Bu çağın lineerlik vurgusunu yeniden ele almakta yarar var. Bu lineerlik vurgusu, progresif anlayışın aslında bize bir yanılsama getirdiğini ele almak zorundayız. Biz bu lineerlikten kaçınıp aslında doğanın mantalitesinin bir döngüsellik üzerinden inşa edildiğini, bir lineerlik üzerinden inşa edilmediğini görmek zorundayız ve “geleceğin becerileri” denilen aslında insanlığın medeniyet tarihinin becerileri olduğunu ve bunların kadim beceriler olduğunu, popüler olanla kadim olanın karıştırıldığını rahatlıkla izah etmek mümkün olabilir.

Sn. Selçuk: Dünyanın gittiği yere gitmek istemiyorum.

Peki, temelde dünya böyle bir yere doğru giderken bir soru sorsak, biz dünyanın gitmek istediği yere gitmek istiyor muyuz? Ben şahsen gitmek istemiyorum. Çünkü bugünkü dünyanın bizi yönelttiği eylem daha çok epistemolojik bir çerçeve çiziyor. Ontolojisiz, yani zeminsiz bir medeniyet çerçevesine bizim bir şekilde şekiller inşa etmemiz, çok yakında bu şekillerin yıkılacağını da gösterecektir.

Bu anlamda eğitimde yeni bir anlayışa ihtiyaç var. Eğitimi OECD’nin de katkısıyla endüstrinin ihtiyaçlarını karşılayan bir kurum olarak sınırlayan bir anlayışla karşı karşıyayız. Eğitim, endüstrinin ihtiyaçlarını karşılayan bir kurum değildir. Eğitim, beşerlikten insanlaşmaya doğru giden yolculuğun bir aracı olan bir kurumdur. Biz bu yüzden eğitimi çift kanatlı olarak özellikle değerlendirmekte vurgu yapıyoruz. Çünkü çift kanatlı olmayan, yani maddeyi ve manayı birlikte kuşatmayan bir eğitimde insanlaşmanın söz konusu olamayacağı bir bağlam yaratacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

“2023 vizyonunu yeni bir dil üzerine inşa edeceğiz.”

MEB olarak yapmaya çalıştığımız şey biraz önce izah etmeye çalıştığım bir dil üzerinde 2023 vizyonu çerçevesi çizmek. Bu çerçevenin çizilmesinin temel koşulları var. Bu koşullar bize şunu getiriyor: Eğer eğitime bir sistem olarak bakılmayıp alt sistemlerden birkaç tanesinde geçici olarak yapılan çalışmaların ya da üretilen çözümler olarak bakarsak bir sonraki problemimiz olduğunu fark ederiz. Yani şu anda çözüm diye önerdiklerimizin ilerde problemimiz olduğunu fark ederiz. Bunu yapmamak için sistem teorisi içerisinde bizim eğitimi yeniden kurgulamamız gerekiyor ve eğitimin bütün alt sistemlerinin ve alt sistemlerin bütün bileşenlerinin birlikte senkronize olarak dönüşümünü etkileşim partnerlerinin yeniden inşa edilmesi ve bunların fizibilitesinin yapılması lazım. Bizim şu anda yaptığımız şey budur. Peki, bunu niye yapıyoruz? Çünkü bir karar destek marifetiyle eğitimde alınacak bütün kararların ve bunların üretebileceği bütün problemlerin çözüm olasılıklarını önceden görmek istiyoruz. Bunu yapabilmek için bir şekilde bu toplantıda da konuşulacak olan yapay zeka, çeşitli yazılımların bir dijital entegrasyon marifetiyle eğitim sisteminde kullanılması vs. bütün bunları önemsiyoruz.

“Büyük veriden büyük bilgiye giden bir yolculuk…”

Yapay zekayla ilgili kendi manifestomuzu, kendi yaklaşımımızı da kamuoyuyla paylaşma imkanımız da olacak. Fakat burada vurgulamak istediğimiz şu: Bugün bize büyük veri olarak sunulan çerçevenin aslında dünyanın yeniçağının ilkel bir hali olduğunu unutmamak lazım. Büyük veriden büyük bilgiye giden bir yolculuk aslında bu… Büyük datadan büyük bilgiye, büyük bilgiden büyük bilgeliğe doğru giden süreci vizyon olarak görmek zorundayız. Bunu görmediğimizde biraz önce söylediğim sadece epistemolojiyle sınırlandırılmış bir Aristocu felsefenin sınırları içinde kalırız ve bir ontoloji kuramadan insan eğitiminden söz etmek zorunda kalırız. Bütün bunların bağlamı içerisinde şimdiye kadar çok güzel şeyler yapıldı. Ben eğitimle ilgili hiçbir şey yapılmadı, her şey çok kötü denilmesini çok doğru bulmuyorum. Biz son 16-17 yılda birçok şey yaptık ve bu yaptıklarımızı 1, 2 ve 3 olarak görüyoruz, şu anda 4, 5, 6 demekle meşgulüz. Şu ana kadar yapılmış her şey için teşekkür etmek ve oturup ödevimizi yapmakla meşgul olmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bütün bu çerçeveleri çizdiğimizde bunu nasıl başarırız?

“Eğitim Fakültelerinde yeni bir dönem başlıyor”

Bunun elbette somut koşulları var. Yani günlük yaşamın içinde okulun kendi içerisinde okul profili marifetiyle, port folyolar marifetiyle, Eğitim Fakültelerinde bizim öğretmen yetiştirme damarımızın canlandırılacağı yeni bir dönem başlıyor. Belirli eğitim fakültelerinin pilot olarak seçilmesi ve burada o damarın yeniden canlandırılmasıyla ilgili YÖK’le güzel bir işbirliğimiz var.

“Teori ve pratik arasındaki ilişkiyi yeniden inşa ihtiyacı içindeyiz”

Bunun ötesinde bütün süreçleri yeniden sistem teorisi çerçevesinde yapılandırarak -ama bunu çok sessiz bir biçimde, çok sakin bir biçimde- 3 yıllık bir program ortaya koyduk. “Bu programda ay ay, sene sene hangi iş ne zaman nasıl yapılacak?”, “Eğitimde önümüzdeki 3 senede Türkiye’yi ne bekliyor?” sorularının yanıtlarını ortaya koymaya çalıştık. Bir yapbozun parçalarını adım adım yerleştiriyormuş gibi bu çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Her bir çalışmamız bir partenere hizmet ediyor ve birbirini destekleyen alt sistemleri yapılandırmakla meşgul… Bunların detaylarını zaman zaman kamuoyu ile paylaşıyoruz. Pratiğin ve teorinin bu kadar ayrışmasını çok doğru bulmuyoruz. Teori ve pratik arasındaki ilişkiyi yeniden inşa ihtiyacı içindeyiz. Ve tasarım beceri atölyeleri ile de bunu yapmaya çalışıyoruz.

Bakan Selçuk: Yaşam soru çözmekle ilgilenmiyor.

Çocukların sadece soru çözerek, kâğıt üzerinde bazı işlemler yaparak bir yaşam başarısı elde etme ihtimali yok. Yaşam soru çözmekle ilgilenmiyor, sorun çözmekle ilgileniyor, eleştirel düşünmeyle ilgileniyor, akıl yürütmeyle, yorum yapmakla ilgileniyor. Böyle baktığımız zaman okulun aslında öncelikle mekaniğinin dönüşmesi gerekiyor, mekanik dönüştükten sonra kültürünün yavaş yavaş dönüşmesi gerekiyor ve bir nesil içerisinde zihniyetin dönüşmeye başlaması gerekiyor.

“Çayın demlenmesini beklemek zorundayız!”

Eğer biz bugün hemen bunların tümünü yapmaya çalışırsak asla hayata geçiremeyiz. Çayın demlenmesini beklemek zorundayız. O yüzden kaç ay geçti hâlâ Mili Eğitim yeni bir eğitim sistemi kurmadı, eğitimi değiştirmedi deniyor. Eğer birkaç ayda eğitim sistemi değiştirilebiliyorsa bence bakanı değiştirmek lazım! Böyle bir şey yok. Her şeyin zamanı ve zemini var. Eğer biz bilim hayatımızda uyguladığımız metodolojiyi burada uygulamazsak ve popüler olana, güncel olana doğru seyredersek bu doğmamış çocuklarımızın hakkına, hukukuna zarar vermek olur.

Toplum elbette beklenti içerisinde, ama her şeyi kendi tabiatı içerisinde değerlendirmek zorundayız. O sebeple de 3 yıllık program neyi gerektiriyorsa biz onu yapacağız. Bütün bu çerçeve -aslında örneğin tasarım-beceri atölyeleri- çocukların sadece soru çözerek, kapatın defterleri, kitapları hafızanızı ölçeceğiz dermiş gibi yapılan sınavlarla bir yere varılamayacağını biliyoruz. Çocuk gerçek hayatta hiç kapalı kitapla karşılaşmıyor. İstediği şeyi istediği yerde arama özgürlüğüne sahip çocuklar. O zaman bizim bunu niye yaptığımızı kendi kendimize sormamız lazım.

38

Prof. Dr. Ziya Selçuk: Eğitim hafıza ölçmekle ilgili değil.

Bütün bunlar; yani eğitimin kendisi hafıza ölçmekle ilgili değil. Eğitimin kendisi çocuğun şimdiye uyanmasıyla ilgili bir konu değil. Çocukların sadece 3 parmaklarıyla yazarak değil 20 parmağı birden kullanabilecekleri bir atmosferden söz ediyoruz.

Tasarım ve beceri atölyeleriyle eğitimin teori ve pratik sanılan bu ayrımını bütünleştirmek ve çocuğun tüm uzuvlarıyla bu meselenin içine girmesini sağlamaya çalışıyoruz. Bunu yapmak çok zor değil. Bunun pratiğiyle ilgili inanın en ufak bir endişemiz yok. İşin içine girdiğimizde bu işin çok rahat yapılabileceğini görüyoruz. Buna dair bir endişemiz yok. Sadece belirli bir finansman ve zaman ihtiyacı söz konusu…

“Okullar, sektörlerin ihtiyaçlarını gözetmeli.”

Buradan hemen birkaç somut örnekle devam etmek istiyorum. Elbette bu yapılan işlerin somut karşılığını toplum merak ediyor. Örneğin mesleki ve teknik eğitimde yapmaya gayret ettiğimiz önemli bir paradigmal dönüşüm var. Buradaki paradigmal dönüşümden kastımız mesleki eğitimde dal ve ana dalların sektörlerle örtüşme yüzdesinin çok çok düşük olması. Yani sektörlerin ihtiyaçlarıyla okullarda okutulan dal ve ana dallar arasında çok düşük bir korelasyon var. Okul, sektörün talebi ne olursa olsun biz bildiğimiz dallar okutmaya devam ederiz dememelidir. Bunları birbiriyle yüzde yüz örtüştürmemiz gerekiyor. Bu yapılabilir, yapmaya da başladık. Bu konunun mevzuat alt yapısıyla ilgili ciddi sıkıntılarımız vardı. Onların çok büyük bir kısmını çözdük. TOBB ile OSB’ler ile çok uzun yıllardır imzalanamayan anlaşmalar vardı, onları imzalamaya başladık. Mesleki okullardaki bütün iş ve işlemlerin yapısal dinamiklerini dönüştürdük. Yani öğrenci iş üzerinde öğrenmek, üretirken öğrenmek gibi yeni bir yaklaşımla karşılaşacak. Aslında bu yeni bir yaklaşım değil, eski bir yaklaşım. Bunu yeniden inşa etmekle meşgulüz.

Mesleki eğitimdeki askerlik sorunu, OSB’lerle ihtiyaç duyulan hamilik anlaşmaları, ihtiyaç duyulan dış ticaret açığıyla ithalat listeleri ve kalemleriyle okulların ilişkisinin yeniden organize edilmesi, öğretmen eğitimlerinin yeniden yapılandırılması, içeriklerin yeniden dönüştürülmesi, tüm bunların hepsinde epey mesafe aldık ve hemen Eylül ayında çalışmalara başlıyoruz. Aslında birçok şeyi de yapmaya başladık. Bu söylediklerimin yüzde yetmiş beşi bitmiş vaziyettedir. Aselsan’ın, Havelsan’ın içine okul açmak, teknoparkların içine okul açmak ve bir şekilde nerede, ne ihtiyaç varsa ilgi alanımıza giriyor. Örneğin ahşap oyuncak Türkiye’nin çok önemli bir ithalat kalemi… Ama bununla ilgili ülkemizde okul yoktu. Şimdi dört adet açtık, çok daha fazla da açacağız. Bunun gibi yüzlerce örnek de verebiliriz. Piyasada çok ihtiyaç olduğu halde eğitimde bir karşılığı olmayanın hemen dönüştürülmesi çok kolay…

Aslında bizim yapmak istediğimiz şey çocuklarımızın duygu, düşünce ve eylem olarak bütünsel gelişmesidir. Sadece düşüncenin sınırlı bir alanına hizmet eden bir eğitimle bir yere varmamız mümkün değildir. Çocuk eğer duygu eğitimini, şahsiyet eğitimini almazsa, çocuk eğer hareketsel, eylemsel eğitimini almazsa bu üçü de birleşmez. Tüm bu saydıklarım eşgüdümlü, senkronize olarak hayata geçirilmezse, yani duygu, düşünce ve eylem birlikte hareket etmezse çocukların ruh sağlığı açısından çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalırız.

Prof. Selçuk: Çocukların fıtratına hürmet etmeliyiz.

Bizim aslında problemlerimizin çok büyük bir kısmı çocuğun tabiatına, fıtratına hürmet etmemekten kaynaklanıyor. Bunun önüne geçebilirsek eğer -ki geçmek mümkün- bunu yaptığımızda insanımızın, çocuğumuzun bütünsel olarak geliştiğini göreceğiz. Bütün bu gelecek tasavvuru, gelecek cerrahisi, kavram cerrahisi dediğim bugünkü dünyaya, uygarlığa yeni bir bakış açısı dediğim her şeyi aslında kendi eğitim sistemimiz bağlamında dünyaya verecek bir mesajımızın da olduğunu vurgulamaya çalışıyoruz. Ama önce kendi asgari ihtiyaçlarımızı karşılamak zorundayız. Bu da geleneksel bir disiplin odaklı anlayışla olması mümkün olmayan bir şeydir.

Transdisipliner bir anlayışa ihtiyacımız vardır. Birlikte çok çalışmamız lazım, birlikte çok düşünmemiz, tartışmamız lazım. Bu şüphesizlik ve kesin kanaatlerden biraz uzaklaşmamız lazım. Bizim şüpheye ve kesin olmayan kanaatlere çok daha fazla ihtiyacımız var. Biz el ele vererek Türkiye’deki eğitimi nasıl yükselteceğimiz ve bunun nasıl bir mutluluk doğuracağı konusunda yeni çalışmalar yapmaya ihtiyacımız var. Eğer konuşmamın başında bahsettiğim bu dili; yeni bir dili kurmayı başarabilirsek bizim dünyaya anlatacak aslında çok şeyimiz var. Ben bütün bu çalışmalar içinde emeği geçen herkese ayrı ayrı katkı ve katılımlarından dolayı teşekkür ediyorum.”

Açılış konuşmalarının ardından IBPF 2019’da Akademisyen, Fikir Yazarı ve Danışman Prof. Dr. Uğur Batı yönetimindeki “Eğitimde Kurumsal İyi Uygulama Örnekleri Paneli”ne geçildi. Panelde Turkcell Akademi Genel Müdürü Banu İşçi Sezen, Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Mithat Tekçam ve Fide Okulları Kurucusu Ali Koç konuşmacı oldu.

ugur batı_

Panelde ilk sözü alan Fide Okulları Kurucusu Ali Koç, Fide Okulları’nın kuruluş amacını ve özgün hikâyesini anlattı.

Uzun yıllar özel okullara danışmanlık yapan Koç işin başında farklı bir okul kurma niyetiyle çıkılan yolun nihayetinde klasik bir okul olarak son bulmasına pek çok kez şahit olmuş. Koç bu süreci şu çarpıcı sözlerle anlattı:

“Ben uzun yıllar özel okullara danışmanlık yaptım. Biri bir okul kurmak istiyorsa bana geldi ve birlikte bir okul kurar mıyız Hocam dedi. Ve hep şöyle geldiler, Hocam öyle bir okul kuralım ki çok farklı olsun, çok özle bir okul olsun dedi ve finalde klasik bir okul olarak süreci tamamladık. Finalde korkular ve kaygılar onları o kadar çerçeveliyordu ki diyorsunuz ki Türkiye’deki özel okulların % 95’i özel okul değil paralı okul… Özgün müfredatları yok, özgün yapıları yok. Veliler daha temiz tuvalet, öğlen tatili, çalışıyorsa öğrencinin daha fazla okulda kalması ve fiziksel ihtiyaçları nedeniyle çocuğunu özel okullara gönderiyor.  Hâlbuki özel okul özel müfredatı için, özel yaklaşımı için tercih edilmeli. Çünkü her devlet bir standart eğitim verir. Ben bu standart alanın dışına çıkmak istiyorum diyenler özel okullara gider. Ama bizde ne yazık ki özel okul bir sığınma alanı durumunda ve devlet okullarının özellikle belli bölgelerdeki fiziksel özelliklerinin yetersizlikleri dolayısıyla tercih edilen durumundadır. Bir felsefe üzerinden gidemiyoruz dolayısıyla… Bu başlayınca bir felsefe üzerine bir okul kuralım dedik. Dünyadaki en pahalı okullar lüks binalarda değil, barakalarda çadırlarda eğitim yapan okullar var, ama insanlar oralara felsefe için gidiyorlar. Bu yüzden yatırımı havuza, betona yapmayın felsefeye yapın desek de ne yazık ki Türkiye’dekilerin büyük çoğunluğu zamanı ve parayı oraya harcıyor. “

12

Ali Koç: Yatırım yapılması gereken esas alan öğretmenle öğrencinin arasındaki ilişkinin niteliğidir.

Türkiye’de sınavlara hazırlamayan, fiyatı ve öğretmenlerinin tecrübesi belli bir çıtada olmayan okulların öğrenci bulamayacağı tezini çürütmek isteyen Ali Koç Fide Okulları’nın temel kuruluş argümanı ve yapısını şu sözlerle ortaya koydu:

“Çok temel bir argümanla kurulduk. Benim zaten eğitim felsefesi olarak temelde inandığım şey şudur; İyi okul hep tartışılıyor ya, iyi okul iyi öğretmenle iyi okulu çocukla iyi fiziksel koşullarda bir araya getirmektir. Bu üçü bir araya geldiğinde bu okul zaten iyi okuldur. İyi bir ilişki inşa etmek… Aslında okulun niteliği dediğimiz şey nedir? Öğrenciyle öğretmen arasında kurulan ilişkinin niteliğidir. Yatırım yapılması gereken bütün alan da bana göre bu ilişkinin niteliğidir. Bilimden besleniyoruz. Bütün tartışmaları yakından izliyoruz. Ama odağımız her zaman öğretmenle öğrencinin arasındaki ilişkinin niteliğidir. Bu nitelik doğru olursa zaten bize göre iyi eğitim uygulamaları doğalında gelişiyor. “

alı koc

Bugünün teknolojileri geleceğin fırsatları, bugünün fırsatları geleceğin sorunları bağlamında dijitalleşme, teknoloji, robotikler, yapay zekâ konuşulurken eğitimin geleceğini nasıl gördüğüne dair sorulan soruya içtenlikle cevap veren Fide Okulları Kurucusu Koç şunları kaydetti:

“Sürekli robotik kodlamayı ve bunu çocuklarımıza öğretmeyi konuşuyoruz. Bu gidişle doğanın kıymetini bilen çocuğumuz kalmayacak. Bütün dünyanın hızla aynılaştığı bir dönemde biz daha hızlı aynılaşalım çabası bence boş. Bu kadar hızlı değişim yaşanan çağda bir teknolojiyi bu kadar öğretme çabası neden anlamıyorum.

Doğa her zaman inanırım ki en büyük öğretmendir. Bugünün çocuklarının tüm hayatı doldurulmuş durumdadır. Bugünkü çocukların en temel ihtiyacının boş zaman olduğunu düşünüyorum. Bir robot çimlerin üzerine yatıp gökyüzüne bakıp hayaller kuramayacak. Gelecekte hayal kurabilen çocuklarımız olabilmesi için daha çok boş zamana ihtiyacımız var. Daha çok eğitelim, öğretelim derken onları robotlaştıracağız. Eğitim bizi aynılaştırıyor. Bu aynılaşmanın dışına çıkmalıyız.

Biz ilkokuldan itibaren programımıza masalı koyuyoruz, felsefeyi koyuyoruz. Kodlamayı evde kendi öğrenir zaten. Ama felsefe yapmayı, daha derin sorular sormayı, birlikte tartışmayı, biri masal anlatırken o masal içinde hayale dalmayı ancak insanlarla birlikte yapabilir. Gelir düzeyi düşük bölgelere, nitelikli öğretmeni ulaştıramadığınız yerlere teknoloji götürmek elbette ki orada çarpıcı dönüşüm yaratır. Ama iyi öğretmeni zaten götürmüşsünüz. İyi öğretmeni bilgisayarın başında harcıyorsunuz. Bana göre iyi öğretmeni bilgisayar başında harcamayalım.”

11

Mithat Tekçam: İHL’ler geleneğin ve modernliğin birleştiği kurumlardır.

Eğitimde Kurumsal İyi Uygulama Örnekleri Paneli’nde Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Mithat Tekçam’dan ilk mezunlarından olduğu, farklı ve özgün eğitim modelleriyle başarıyı yakalayan kurumun başarı hikâyesini dinleme fırsatı bulduk.

Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi 1985 yılında Türkiye’nin ilk Anadolu imam hatip lisesi olarak kuruldu. Aslında kuruluşu da ilginç bir hikâyeye dayanır. Özellikle 1985 yılında Avrupa’da yaşayan gurbetçi ailelerimizin çocuklarının ahlaki erozyonunu konu alan TRT programı sonrası o dönem Milli Eğitim Bakanı olan Vehbi Dinçerler ve Din Öğretimi Genel Müdürümüz Hikmet Özdemir’in yurtdışı seyahatleri sonrasında özellikle Almanca ağırlıklı hazırlık sınıfı bulunan bir Anadolu İmam Hatip Lisesi kurma fikri ortaya çıkmıştır. Okul Beykoz’da halkın yaptırdığı iki katlı binanın tahsis edilmesiyle 100 öğrenciyle faaliyete başlamıştır.” sözleriyle kendisinden okulun kuruluş sürecini dinlediğimiz Tekçam sürdürülebilir eğitim başlığı altında kurumun felsefesini şöyle anlattı:

“Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi olarak öğrenen okul olma çabası içerisindeyiz. Bu çaba içinde sistemik değişim gerçekleştirmenin hep gayretini gösterdik. Sistemin bir alt organizasyonu okul olarak MEB’in sistemi içinde kendi iç organizasyonumuzu yıllar boyunca değiştirmenin gayreti içinde olduk. Bana göre imam hatip liseleri özellikle gelenek ve modernliğin birleştiği kurumlardır. Ve gelenek ve modernliği özümseyen bu anlayışta biz hep modernlik ve reform kısmını işin içerisine katarak eğitim felsefemizi oluşturmaya gayret gösterdik.”

tekcam

Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni diğer okullardan ayıran mevcut farklı eğitim projeleri ve önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan projeleri de paylaşan Tekçam, sözlerine şöyle devam etti:

“Bize gelen öğrencimiz sınavla % 1’lik dilimin içine girerek geliyor. Akademik olarak bu yetkinliğe sahip olan öğrencileri sadece test ve soru çözmenin ötesinde başka yetkinlikler de kazandırarak okulumuzdan mezun etmek, bir üst eğitim kurumuna ve hayata hazırlama gayreti içindeyiz. İlham veren bir eğitim kadrosuna sahibiz. Öğretmenlerimiz sadece laboratuvarına öğrenciyi bekleyen değil laboratuvarını okulun dışına götüren, hatta yurtdışına getiren bir kadrodur.  Bilim Seyyahları isimli bir projemiz var. Önümüzdeki günlerde Kosova, Arnavutluk ve Karadağ’da olacaklar. Bu üç ülkede paydaş ve kardeş okullarımız olan imam hatip muadili medreselerle bilim şenliği yapıyor olacağız. Oradaki halka kendi imkânlarımızı ve laboratuvarımızı götürerek bilimle buluşturacağız, onlara bilim köprüsü kuracağız 19-22 Nisan tarihleri arasında. Bunun gibi farklı projelerle öğrencilerimize ilham vermeye gayret ediyoruz. Okulumuzun teknolojik donanımından da bahsetmek isterim. Robotik kodlama, tasarım atölyelerimiz mevcuttur. 4 tane üniversite ile eğitim işbirliği protokollerimiz var. Bilim danışma kurulumuz, öğrenci meclisimiz var. Zengin içerikli yaz programlarımız mevcuttur. Öğrencilerimiz toplumsal sorumluluk ve gönüllülük çalışmaları yürütüyorlar. Erdem Okulu projesiyle okulun çevresinden başlayarak huzurevi, Çocuk Esirgeme Kurumu ziyaretleri, göçmen aileleriyle yardım ve proje çalışmaları yürütüyoruz. Bir taraftan da kardeş okullarla çok farklı ülke okullarındaki öğrencilere dokunmaya çalışıyoruz. Kurumumuzda eleştirel düşünmeyi öğretecek programlar ve uluslararası eğitim programları uygulanıyor. Mezun olan ve lisans eğitimine geçen öğrencilere eğitim koçluğu eğitimi verilerek okulda okuyan öğrencilerimize koçluk yapmalarını sağlıyoruz. Mezun olmuş kariyer sahibi Kartallılar da yine öğrencilerimize mentörlük yapıyorlar.

Bana göre imam hatiplerin bu topraklarda tarihçesi Selçuklu Nizamiye Medreseleri’nden başlayıp Osmanlı’daki medrese geleneğiyle devam edip Cumhuriyet dönemiyle birlikte imam hatip olarak evrilmiştir. Gelenek ve modernliğin bir aradaki hep arandığı bu örnek bu topraklardaki devletin eliyle din eğitiminin uygulanması, öğrencilerin sağlıklı bir şekilde hem din eğitimine hem de diğer derslere kavuşmasının güzel bir örneğidir.”

IBPF 2019’un Eğitimde Kurumsal İyi Uygulama Örnekleri Paneli’nin son konuşmacısı Turkcell Akademi Genel Müdürü Banu İşçi Sezen’di. Sezen’den bir bilgi yönetimi ve strateji merkezi, yetişkin eğitimi temelli bir oluşum olan Turkcell Akademi’nin kuruluşundan bugüne yaptığı çalışmalar ve eğitim alanında geleceğe dönük projelerini dinledik.

46

Turkcell Akademi bir öğrenme dünyası…

“Turkcell Akademi’yi 2006 yılında kurduk. Ana kurma amacımız şuydu; günün sonunda Türkiye’de çok değerli üniversitelerden mezun çok değerli arkadaşlarımız var ve bunlar Turkcell’e geliyorlar. Amacımız zaten belli bir potansiyelle gelen bu arkadaşlarımızı iş dünyasına hızla hazırlamak ve onları aslında kariyerleri boyunca en iyi şekilde eğitim donanımıyla öğrenme yolculuğuna kavuşturmaktır. Bugün baktığımızda aslında öğrenme artık hayat boyu öğrenmedir. Bir üniversiteden mezun olduğunuzda artık her şeyi biliyorum ve bu mesleği yaparım artık diye bir dünya yok artık. İş dünyasındaki her şey, bilgiler, işler, dinamikler o kadar hızlı değişiyor ki her an her gün bir daha öğrenmeniz gerekiyor. Turkcell Akademi’deki programlarımız sadece üniversiteden yeni mezunlara yönelik değil her seviyede çalışanlara yönelik eğitimlerimiz var. Aslında bir öğrenme dünyası var orada…  Yönetim Kurulu Başkanı, Yönetim Kurulu ekibi, üst düzey yönetim ekibimizden, orta kademe müdürlerimizden en aşağıda çalışan profesyonellerimize kadar herkes bu akademinin sağladığı gelişim dünyasından faydalanıyor. Yetişkin eğitimi çok kolay değil. Belli bir yaşa gelmiş olan kişilerin davranışsal değişimlerini gerçekleştirmek çok kolay değil çünkü… O yüzden biz de bilgiyi eğlenceli olarak sunabileceğimiz bir dünya yaratmaya çalışıyoruz.” diyen Banu İşçi Sezen kurum bünyesinde oluşturdukları alt yapı ve odak noktalarına da şu sözlerle değindi:

“Zaman içerisinde teknoloji şirketi olmanın avantajlarını da kullanarak, kendi şirketimizdeki mühendislerimizin yaptığı yazılımlarla çok değerli bir eğitim teknolojileri alt yapısı oluşturduk. Üç ana odak alanımız var; teknoloji, liderlik ve müşteri. Teknoloji başlığı altında dünyadaki son teknolojilerin tümü, liderlik altında altı seviyeli bir liderlik programıyla her seviyede yöneticilerimiz için çalışmalar yapıyoruz. Müşteri başlığı altında da aslında bizim varoluş sebebimiz olan 35 milyon müşterimize her an her gün en iyi hizmeti verebilmek için ihtiyacımız olan eğitimleri ele alıyoruz. Birçok şirket elbette güzel işler yapıyor. Ancak biz Turkcell olarak son 3 yıldır kurumsal eğitimlerde devrim niteliğinde olabilecek bir işe başladık. Master programları oluşturduk. Bunlar şirketin her yıl odak alanı olacak konuyu belirleyip o konuya ilişkin bir seferberlik oluşturup çok değerli üniversiteler ve eğitim kurumlarıyla bir araya gelip uzun süreli sertifikasyon programları yapmak şeklindedir. Bu konuda Boğaziçi Üniversitesi ile de çalışmalar yürütüyoruz. Tüm bu çalışmalarımızın çalışanlarımıza dolayısıyla da şirketimize katkısı büyük oldu.”

Banu İşçi Sezen: Dijital zekâ artık bir parçamız…

banusezen

Turkcell Akademi Genel Müdürü’nün son sözleri de şirket olarak yapmayı planladıklarına dair oldu. 8-12 yaş çocukların teknoloji kullanımlarına yönelik çarpıcı veriler paylaşan Sezen, bu bağlamda yurt dışından getirip içeriğini Türkiye toplumuna adapte ettikleri henüz yeni olan uygulamaya dair ayrıntılar da verdi:

“Turkcell Akademi çatısı altında yıllar içinde oluşturduğumuz bu ekosistemi,  değerli teknoloji eğitimi ve yetişkin eğitimi deneyimini topluma da yaymayı çok önemsiyoruz ve hayata geçireceğimiz sosyal projelerle topluma bu katkıyı yapmak istiyoruz. Cep telefonunun bu kadar hızla yayıldığı bir çağda çocuklarımızın bundan ne kadar zarar gördüğüne dair bir farkındalık oluşturmak ve bundan korumak için ne yapabiliriz diye arayış içindeyiz. Dijital zekâ artık bizim bir parçamız oldu, bundan vazgeçemeyiz. Ancak bunu topluma, insanlığa ve kendimize faydalı olacak şekilde bir farkındalıkla kullanmayı bilmemiz önemlidir. Yurt dışından getirdiğimiz henüz yeni olan IOS ve android cihazlarda kullanılacak oyun uygulamasıyla dijital zorbalıktan korunma, kişisel verilerin gizliliği, empati yapabilme, saygı gibi kavramları çocuklarımıza öğretmeyi amaçlıyoruz. Bu elbette tek başına bir oyun… Biz Turkcell olarak ülkemizde kuracağımız doğru iş birlikleriyle Türkiye’de bizim ihtiyacımız olan eklerle oyunu daha da geliştirerek aslında milyonlarca çocuğumuzu bu konuda bilinçlendirmek istiyoruz. Amacımız çocuklarımızın dijital dünyayı kendilerini koruyacak şekilde yönetebilmelerini sağlamak için doğru bilgileri vermektir.”

IBPF 2019’da ilk panelin ardında verilen kısa ara sonrası Radyo Programcısı Bilal Bal’ın moderatörlüğünde Udemy Ülke Direktörü Mustafa Demir, Khan Academy Türkçe Direktörü Alp Köksal, Voscreen Kurucusu Deniz Dündar ve Enocta Kurucusu Ahmet Hançer’in konuşmacı olduğu “Eğitimde Teknolojik Çözümler” başlıklı panel gerçekleştirildi.

Teknolojinin eğitime artık tam anlamıyla girmekte olduğu günlerde bu alanda teknolojik çözümlere dair 4 önemli örneğin kurucu ve yöneticilerini IBPF 2019’da ağırlama fırsatı bulduk. Öncelikle kısaca kendilerini ve çalışmalarını anlatan konuklarımız Moderatörümüz Bilal Bal’ın neden sıfırdan bir projenin kurucusu ya da parçası olayı tercih ettikleri, uygulamalarının örgün eğitime bir alternatif mi yoksa bir destek mi olduğuna dair sorularını cevapladılar.

Ahmet Hançer: Hayat boyu öğrenme bu memleketin, bireylerin ve şirketlerin karakteri olmalı.

17

“Türkiye’de yetişkin eğitimini teknolojiyle daha verimli ve daha etkin hale gelmesi, öte yandan insanı insan yapan değerlere eğitim anlamında eriştirebilmek için tüm çalışanlara eşit eğitim fırsatı sunmak amacıyla şirketimizi kurduk.” sözleriyle konuşmasına başlayan Enocta Kurucusu Ahmet Hançer uygulaması ve hedeflerini şöyle anlattı:

“Bugün yaklaşık 500’e yakın şirkette 2,5 milyon kullanıcımıza eğitime her yerden erişme imkânı sunuyoruz. İnsanların birbirinden öğrenmesini kolaylaştırıyoruz. Kurum kültüründe öğrenmenin ana iş unsuru haline gelmesi için emek veriyoruz. Öğrenmeyi yaygın şekilde şirketlere sunabilir miyiz düşüncesiyle Enocta’yı kurduk. Uzaktan eğitim alanı hep odaklandığımız bir alandı.

Büyük eğitim resminde biz biraz öğrenme bacağına odaklanıyoruz. Öğrenme birey olarak etki alanımızda. Bugün iş hayatının dengeleri değişmiş durumdadır. İş hayatı çok kaotik… Kim, nereden hangi iş modeliyle ne sonuç elde ediyor, birbirleriyle ne kadar örüntü içindeler gerçekten çözümlemek bir başka beceri seti, düşünce seti gerektiriyor. Birçoğunuz ya bu sene ya da önümüzdeki senelerde bu hayatın içine gireceksiniz. Makineler pek çoğumuzun yaptığı işleri alacak elimizden. Çağımız bir dizi yeni beceri gerektiriyor. Kritik düşünme, birlikte çalışma, akıl yürütme, fikir üretme gibi şeyleri konuştuk. Bunlar belli bir süre daha robotların yapamayacağı şeyler. Bu becerilere üniversite gençliği olarak, çalışan profesyoneller olarak sahip olmalıyız. Bunlar okul sıralarında her zaman olamıyor. Öte yandan korkunç da bir teknolojik dönüşüm var. Bu dönüşümün gerektirdiği bir bilgi ihtiyacı var.  Bugün Türkiye genç işsizin maalesef yüksek olduğu bir noktada… Ayrıca Türkiye dünyada en fazla yetenek açığı olan 6’ncı ülkedir. İş dünyası da aradıkları kalifiye personeli bulamamaktan şikâyet ediyorlar. İşte bu noktada hayat boyu öğrenme bu memleketin, bireylerin ve şirketlerin karakteri olmalı. Teknoloji burada devreye giriyor. Biz aslında gelecek için öğrenme ve öğrenmenin geleceği için teknolojiyi birey olarak kurum olarak, şirket olarak kullanmalıyız.”

Mustafa Demir: Udemy olarak misyonumuz, vizyonumuz insanların eğitime çok rahat ulaşmasını sağlamaktır.

udemy

Enocta kurucusu Ahmet Hançer’den sonra söz alan Udemy Ülke Direktörü Mustafa Demir ise kaliteli eğitimi ucuz ve erişilebilir kılmayı amaçladıkları Udemy’e dair şunları kaydetti: “Bireylerin sahip oldukları bilgileri diğer bireylere aktarabilecekleri ve hakikaten bunu kaliteli şekilde, erişilebilir tarzda, herkesin eğitim alabileceği bir platform oluşturmayı hedefliyoruz. Udemy olarak ana amacımız bireylerin her alandaki insanın eğitim alabileceği bir platform olmak. 2017’de Türkiye’ye girdik ve globalde 2018 yılında en fazla başarı sağladığımız ülke Türkiye oldu.

Mustafa Demir: Girişimcilik ruhtur

Girişimcilik bir ruhtur bence. Neden böyle bir şey yaptık? Aslında ihtiyaçları iyi analiz ediyoruz. Udemy olarak misyonumuz, vizyonumuz insanların eğitime çok rahat ulaşmasını sağlamaktır.

Bizim amacımız kesinlikle gelecekte şöyle bir sistem kuralım değildir. Biz şu anki neslin eğitim ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Gelecekteki nesil ne bekleyecek bilemiyoruz. Aslında Udemy’nin hikâyesinde bu var. Amacımız eğitim verecek kişilere de alacak kişilere de imkân sağlamaktır. Süreden bağımsız, aradıkları ihtiyaçları olan şeyi bir nevi hap gibi verebilmek…”

Deniz Dündar: Ücretsiz uygulamalarla eğitimi özgürleştirebilirsek dünyada birçok şeyi çözebiliriz.

denizdündar

Türkiye’nin ilk küresel, dijital eğitim markası Voscreen’in kurucusu olan Deniz Dündar, 47 ekip arkadaşıyla birlikte yerli sermayeli, 74 ülkeden 4 milyon civarında bireysel, 12 milyon da sınıflarda kullanıcısı bulunan uygulamalarının hikâyesini şöyle anlattı: “ Hikâyemiz yedi buçuk yıllık bir hikayedir. Türkiye’de sorunlar üzerine çok başarılı bir sosyalleşme var. Sorunları tespit etme ve sorunlara çözüm üretmede çok başarılıyız. Ancak beceriksiz olduğumuz tek şey harekete geçme… Bu alanda hiçbir şey üretmediğimizi fark ettim. İlk olarak küçük bir şirket olan Dream and Development’ı kurdum. Gördüm ki oraya İngilizce sorunu yaşayan Boğaziçililer geliyor. Düşündüm ki İngilizce öğrenmek Türk insanı için bu kadar zor olamaz. Basit aldım her şeyi… Kelime öğrenmeden dil öğrenmeye çalıştığımızı, dengesiz öğrenme içinde olduğumuzu gördüm. Kitap kullanmadan, Ekonomist makalelerinden yararlanarak ilerledim.”

40

Dündar 2008 yılında ise güçlü bir dil öğrenme ürünü yapmak, ücretsiz bir uygulama yapmak, “.com” yaparak iş modeli haline getirmek, kurum kültürü inşa etmek ve Türkiye’den dijital bir marka çıkarma olmak üzere 5 hedefle uygulamaları Voscreen’i 8 yıllık bir plan dahilinde kurmuş.

Deniz Dündar: Parayla bağlantısı olan eğitim özgür değildir

“Eğitimin parayla bağlantısı olduğu için özgür olduğunu düşünmüyorum. O yüzden ücretsiz uygulamalarla eğitimi özgürleştirebilirsek dünyada birçok şeyi çözebiliriz gibi geliyor. Önemli olan kaliteli içerik, sürdürülebilirlik ve toplumsal tabanın oluşmasıdır.  Yetişkin eğitimi olmadan çocuklarımızı eğitemeyiz. Kitap okumanın önemi çok büyük… Eğer herkes her gün yarım saat kitap okursa 10 yılda ülkemizde tüm anne babalar birer okula döner.” diyen Voscreen Kurucusu eğitime dair çözüm önerilerini de sundu.

Alp Köksal: Eğitim işi gönül işi, gönüllülük işi.

alpkoksal

Panelin bir diğer konuşmacısı olan Khan Academy Türkçe Direktörü Alp Köksal da yöneticilerinden olduğu dijital platform hakkında şunları kaydetti:

Khan Academy, dijital bir öğrenme platformudur. Kâr amacı gütmeden, internet üzerinden, bir web sitesi üzerinden ve bir uygulama üzerinden ücretsiz ders videoları, eğitim içeriği bireyin seviyesini tespit edip onu yönlendirebilen, kişiselleştirilmiş bir öğrenme deneyimi sunmayı amaçlayan bir platformdur. 2012’de Türkiye Ofisi açılmıştır. Geçtiğimiz süre zarfında ülkemizde hem öğrencilerle hem okullarla ve öğretmenlerle ve hem de aslında hayat boyu öğrenme mantığıyla bilgiye ulaşmak isteyen herkese ücretsiz kaynak sunuyoruz.

Alp Köksal Eğitimde dijital değişimi konuşuyoruz

Bugün eğitimde dijital değişimi konuşuyoruz. Biz de bu dönüşümün içinde hem ücretsiz bir kaynak ve araç sunmayı hem de aslında teknolojiyi nasıl doğru bir hedef için kullanırız bu konudaki vizyonumuzu paylaşmayı amaçlayan bir sivil toplum kuruluşuyuz.

45

Kişisel hikâyesi bağlamında Türkiye’de çok sıradan bir öğrenciyken yurt dışına öğrenci değişim programıyla gittiğinde okul birincisi olması Köksal’ı düşündürür. Alp Köksal bu bağlamda konuşmasına şöyle devam etti: “Bilgiye günümüz çağında madem zamandan ve mekândan bağımsız olarak ulaşabiliyoruz, o zaman buradaki bir öğrenciyle yurt dışındaki bir öğrenci eşit şartlarda oynuyorlar. Bu alandaki iş modelleri nedir diye araştırırken Khan Academy ile yolumuz kesişti.

“Bilgi ihtiyacı olan herkes için ücretsiz olmalı”

Bilginin ihtiyacı olan herkese ulaşması için ücretsiz olması gerektiğine inanıyorum. Eğitim işi gönül işi, gönüllülük işi. Sahada olmadıkça, öğrenciye, öğretmene dokunmadıkça kendiniz öğrenip de başkasına öğretmedikçe gerçek bir fayda üretemezsiniz. Her ne kadar bir dijital eğitim platformu temsilcisi de olsam her zaman teknolojiyi insan odaklı, fayda odaklı kullanalım diyen bir bakış açısına sahibim.

Biz insanlar sosyal canlılarız, paylaştıkça, tartıştıkça, sorguladıkça etkileşim içinde olduğumuz ortamlarda daha iyi verimli öğreniyoruz. Teknolojinin burada oynadığı rol, bilgi aktarımını, bilgi verimini daha etkin hale getirmektir. İstediğimiz an, istediğimiz yerde kendi hızımızda öğrenme şansı veriyor ve belki de bu şekilde kendi öğrenme sürecimizin sahibi oluyor, hayat boyu öğrenme mantığını içselleştirmek için bir fırsat buluyoruz.”

“Eğitimde Teknolojik Çözümler” başlıklı panelimizin sonunda ise Moderatörümüz Bilal Bal tüm konuşmacılardan son sözlerini birer motto şeklinde aldı. Konuklarımızın son sözleri şunlar oldu:

Ahmet Hançer: “Geleceğe hazır olma hayat anlardan oluşur. Öğrenme anını içinizde hissettiğinizde sizi bize bekliyoruz.”

Mustafa Demir: “Bilgiyi edinin ve bilgiyi paylaşın, öğrenmekten, araştırmaktan çekinmeyin, sahip olduğunuz bilgiye diğer arkadaşlarınızın da ulaşmasına imkan sağlayın. Ne kadar insana dokunursak o kadar ilerleriz.”

Deniz Dündar: “Bize ait olan verdiklerimizdir.”

Alp Köksal: “Biraz çabayla beynimiz de vücudumuzdaki diğer kaslar gibi öğrendikçe gelişen ve değişmeye devam eden bir parçamızdır. Dolayısıyla ne kadar ustalaşarak öğrenir, ders alarak öğrenirsek hayatta o kadar her şeyi öğrenebiliriz.”

IBPF 2019’un son paneli ise Türkiye’nin Geleceği İçin Eğitim İhtiyaç ve Çözümleri başlıklı panel oldu. Panelde Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş yönetiminde T3 Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ve Baykar Makine Genel Müdürü Haluk Bayraktar, Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ve Nun Okulları Akademik Direktörü Nur İpek konuşmacı oldu.

19

Panelimizde önce gelecekle ilgili yaptığı çalışmalardan tanıdığımız, ülke olarak gurur duyduğumuz İnsansız Hava Araçlarını üreten Baykar Makine’nin Genel Müdürü Haluk Bayraktar söz alırken, sonrasında orta öğretim üzerinden baktığımız zaman gelecek, geleceğin ihtiyaçları neler sorusunun cevabı üzerine Nun Okulları Akademik Direktörü Nur İpek’le konuştuk. Yükseköğretime yollayacağımız öğrencilerimiz için üniversiteler açısından nelere ihtiyacımız olduğu konusunu da tecrübeli akademisyen Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile ele aldık.

Haluk Bayraktar: Geleceği hedeflemek,  geleceğe hazır olmak çok önemli…

İlk sözü alan T3 Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ve Baykar Makine Genel Müdürü Haluk Bayraktar şunları kaydetti:

“Konumuz eğitim, aslında baktığınızda İHA yapan özel bir şirketin yöneticisinin bu konuyla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Ama aslında çok ilgisi var. Bundan 15 yıl önce tutkulu bir mühendis ailenin iyi eğitim almış mühendis kardeşleri ve mühendis babanın hedeflerinin hayat geçmesinden bahsediyoruz.

Eskiden Osmanlı fethettiği topraklarda çocukları alır, kendisi bizzat emek verip onları yetiştirir, daha sonra onlara git şuraları fethet derdi. Şimdi dünya çok farklı, biz kendimiz emek harcıyoruz, tam bir iş, katma değer, projeler yapabilmek için önce gidip ABD’ye hizmet ediyorsunuz. Mutlaka ülkenize gelmeniz lazım burada da bir şeyler yapmamız lazım… Biz bu ruhla çalışmalara başladık. Savunma sanayii çok farklı bir alan, farklı dinamikleri içinde barındırıyor. Türkiye bu alanda çok uzun yıllar bağımlı olarak hayatını sürdürdü. Biz bu döngüyü nasıl kırabiliriz diye sorduk.

Haluk Bayraktar: Havacılıkta paradigma dönüşümleri yaşanıyor.

Amerika’da eğitim alırken kardeşim Selçuk Bayraktar’ın geliştirdiği projeler vardı. Ülkemiz için ne yapabiliriz üzerine düşünmeye başladık. Havacılıkta da pek çok sektörde olduğu gibi paradigma dönüşümleri yaşanıyor, insansız sistemler geliştiriliyordu. Biz de bu alanda çalışırsak ülkemizdeki kısır döngüyü kırabilirizi düşünüp ekip kurarak 2003 yılında yola çıktık. Süreç içinde çok farklı problemlerle, engellerle karşılaştık. Ama biz şunu gördük; bir hedefe, bir tutkuya erişirken etrafınızdaki insanlardan aldığınız manevi destek en önemli kriterlerimizden biri oldu.

Şu an geldiğimiz nokta itibariyle İHA teknolojisinde bağımsız bir şekilde, en ileri seviyedeki teknolojileri özgün şekilde yapan, kendi ülkesi için kullanan ve aynı zamanda ihraç eden bir hale geldik.

18

Biz eğer bundan 15 yıl önce kendi ülkemizde olmayan insansız hava araçları yerine uzun yıllardır insanlığın birikimi olan insanlı araçlar üzerine yola çıkıp çalışsaydık şu an bunları konuşuyor olamayacaktık. Ve dolayısıyla yaptıklarımızın bu kadar etki ve anlamı da olmayacaktı.

Geleceğe hazır olmak çok önemli bir kriterdir.

Geleceği hedeflemek,  geleceğe hazır olmak çok önemli bir kriterdir. İkinci olarak da biz şuna hedeflendik; biz eğer çınar ağaçları yetiştireceksek bu üretim saksıda olmaz. Bu bir ekosistem meselesidir, bu bir ar-ge kültürünün yayılması meselesidir. Toplumca fert fert bu işlere sahip çıkıp, bu işlere girmek isteyen, ilgi duyan insanlara manevi destek verilmesiyle, pozitif bir atmosfer oluşturulmasıyla gerçekleşebilir düşüncesi ve bu misyonu yayma düşüncesiyle biz T3 Vakfını 2017 yılının Ocak ayında kurduk.

T-3’ün hedefi teknoloji üreten Türkiye

Teknoloji üreten Türkiye hedefiyle gençlerimizi erken yaşta aldıkları eğitimi projelerle buluşturma, somut hedeflerle buluşturma, onlarda tutku oluşturma düşüncesiyle İstanbul’da dene-yap teknoloji atölyeleri projesini başlattık. Şu an 15 dene-yap atölyemiz var. 1500 kişilik gönüllü paydaşımız var vakıf olarak… Vakfımızın bursiyerlerinin ortaokul öğrencilerine robotik kodlama, nesnelerin interneti gibi bilimum alanlarda 2 yıl bilabedel olacak şekilde dersler verdiği bir eğitim modeli geliştirdik. Çok başarılı bir proje oldu. Şunu gördük ki toplumumuzda bu alanlara yönelik büyük bir istek var. Biz bir adım attıysak karşılığında bin adım gördük.

Hedefimiz gençlerimize geleceğin hedefini koymak

Teknofest’i Türkiye’nin ilk havacılık, uzay ve teknoloji festivalini düzenledik. 550 bin kişi ziyaret etti, bu bir rekordu. Hedefimiz gençlerimize geleceğin hedeflerini koymak. Roket yarışları, insanlık yararına projeler, uçan araba hedefimiz var. Temel hedefimiz, gençliğimizi özgüveni yüksek, erken yaşta somut proje odaklı, takımlar halinde bu eğitimleri vererek ülkesine katma değeri yüksek teknolojiler geliştirir hale getirmektir. Misyonumuz budur.”

Haluk Bayraktar: Eğitimin fırsat eşitliğine açık olması, bilabedel olması çok önemlidir.

Oturumun moderatörü, BYV Kurumsal İletişim Komisyonu Başkanı, tecrübeli radyocu Bilal Bal, aynı zamanda TÜBİTAK Yönetim Kurulu üyesi olan Haluk Bayraktar’a günümüzde ne tür beceriler kritik, neler öne çıkmalı ve beyin göçü meselesi hakkındaki görüşlerini sordu.  Haluk Bayraktar cevaben şu hususların altını çizdi:

“Teknolojiye göre insan mı, insana göre teknoloji mi? Dünyada şu an teknolojiye göre insan modeli kullanılıyor. Ne geliştiriyorsak onu kullanacaksın mantığı hakim! Bunun psikolojik direncini biz çok yaşadık. Dünyaya baktığımız zaman 10 sene önce dünyanın en büyük firmaları petrol ve doğalgaz  firmalarıyken şimdi bu değişmiş durumdadır. Dünyanın en büyük medya şirketinin ofisi yok, en büyük taksi şirketinin bir tane taksisi yok vs. Bir taraftan baktığımızda dünyanın en zengin 26 kişisi 3,8 milyar insanla aynı servete sahip. Burada artık değişmesi gereken bir şeyler var.

Yüksek özgüvenle geliştirdiğimiz teknolojilere, kendi katma değeriyle geliştirdiğimiz projelerimize medeniyet değerlerimizi de katmamız bence önemli bir unsurdur. Tam zamanlı ar-ge sayılarının artırılması, patent sayılarının artırılması gerekiyor. Dünyada beyin göçü herkesin sorunudur. Türkiye bu konu hakkında Lider Araştırmacılar Programını yayınladı. Dünyanın en iyi 100 üniversitesinde çalışanları ya da ar-ge merkezinde çalışanları buraya çağırıp onlara destek veriyor. Daha önce TÜBİTAK’ da girdi odaklı destekler vardı. Bir destek verelim sonucunda bir değer ortaya çıksın denilmekteydi. Ama şimdi sürece dayalı girişimci destekleri mevcut…

Haluk Bayraktar: A sınıfı işler A sınıfı insanlarla yapılır

A sınıfı işler A sınıfı insanlar ve A sınıfı donanımlarla yapılıyor ve bu ekosistemi güçlendirmemiz gerekiyor. Bizi ileriye taşıyacak ekosistem budur. TÜBİTAK da artık kendisi ar-ge tarafını yapıp üretime giren değil daha çok özel sektöre alt yapı sunan, kendi alt yapısını kullanıma açan, kendi içine kapanık olmayan ve bütün katmanlara yayılmış bir şekilde çalışıyor.

Bir başka önemli konu da bir önceki paneldeki fikirlere katılıyorum. Eğitimin fırsat eşitliğine açık olması, bilabedel olması çok önemlidir. Biz şimdi dene-yap teknoloji atölyeleriyle İstanbul’da başarılı olduktan sonra bu projeyi TÜBİTAK, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde Türkiye’ye yayma kararı aldık.12 ilde şu an bunlar açılıyor. 2021’e kadar 81 ilde 100 dene-yap atölyesi kurulacak. Bu 12 il arasında Hakkâri de var, Edirne de var,  Muğla da var Trabzon da var… Bu eşitliğin sağlanması, bunun toplumun tüm katmanlarına bilabedel sunulması ve özellikle ülkenin geleceğine yönelecek alanlarda üretim tasarım, kodlama, elektronik gibi alanlarda eğitimler sunulması gerçekten çok önemlidir.”

Nur İpek: Öğretmenlik mesleği hiçbir zaman önemini kaybetmeyecek.

21

Panelde ikinci sözü alan ve “Orta öğretim üzerinden baktığımız zaman gelecek, geleceğin ihtiyaçları nedir? Ne tür çözümler öneriyorsunuz?” sorusunu kendisine iletilen Nun Okulları Akademik Direktörü Nur İpek ise şunları söyledi:

“Bugün oturumlarda çokça gelecekte kaybolacak mesleklerden bahsettik. Ama öğretmenlikten hiç bahsetmedik. Çünkü öğretmenin insana dair sevgi, şefkat, merhamet, adalet, hikmet gibi insana dokunan bir yönü var ve bu özelliğiyle hiçbir zaman önemini kaybetmeyeceğini düşünüyorum.

Nur İpek: Günümüzde öğretmenin rolü değişti.

Yalnız günümüzde bile öğretmenin rolü değişti. Çünkü eskiden bilgi aktarıcısı olan öğretmen günümüzde karşımıza bir bilgiye nasıl ulaşılacağını gösteriyor, bu bilginin nerede, ne zaman ve nasıl kullanılabileceği hususunda rehberlik ediyor. Günümüzde öğretmenlerimiz küresel problemlerle veya güncel konularla ilgili bir tasarım yapıp bunu öğrenciye sunabiliyor. Ama benim daha çok ihtiyaç olarak hissettiğim bir başka konu daha var. Mesela tarım ve hayvancılıkla ilgili bizim ülkemizin geleceğe yönelik vizyonu nedir bilmiyorum, araştırdığımda da öğrenemedim. Çünkü ben küçük yaştaki öğrencilere ata tohum nedir, GDO’Lu tohum nedir, iyi tarım nedir anlatabiliyorum. Ama çocuklar büyüdüğünde onların daha ciddi olarak bu konuyu ele alması gerektiği, toplumu ileride nerede görmek istiyorsak aslında bu konuda bir hedef gösterip bu konu üzerinde öğrencileri tartıştırıp 15 yaşında bunu tartıştırıp belki de 30 yaşında bu konuda icraata dökebilecekleri, hayal edebilecekleri bir ortam oluşturmaya ihtiyacımız var.

Nur İpek: Sorunların çözümü için sabır ve destek gerekiyor.

nuripek

Bir diğer mevzu ölçme değerlendirmedir. Ülkemizde daha çok sonuç, değerlendirme odaklı bir yaklaşım var, sınav merkezine kaydığımız için… Bakanlığımızın yeni politikalarında buradaki süreçleri değerlendirmenin üzerinde özellikle duruluyor. Portfolyo çalışmaları, sosyal sorumluluk projeleri bunların tamamının öğrenciyi besleyen çalışmalar olduğu ve süreç değerlendirmenin aslında sonuca giderken çocuğu yolda geri beslemeyle yaptığı hatalarda ve daha iyi yapabileceği hususlarda ona yardımcı olarak daha iyi bir sonuca ulaşmasını sağlayabiliriz.

Nur İpek: Öğrenme süreç içinde gerçekleşir

Aslında öğrenmenin tamamı sonuç içinde değildir, öğrenme süreç içinde gerçekleşir ve süreç içinde yaptıkları hatalar da öğrenciler için iyi bir öğrenmedir.

Bütün bunları ele aldığımızda çözüm çok kolay lineer yapılabilir değil, bu kompleks bir yapı… Bunun çözümü için bir hayli sabır ve destek gerekiyor. Hem eğitimcilerin hem de eğitim dışındaki paydaşların bu taşın altına ellerini koymalarının gerektiğini düşünüyorum.

Sözün bu noktasında moderatörümüz, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi, İİLK Derneği Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş’un “Velilere ne ödev verirsiniz?” sorusunu da yanıtlayan İpek konuşmasına şöyle devam etti:

“Eğitim aslında bir üçlü sacayağıdır. Sadece öğretmenin üzerinde sorumluluk yok. Velilerimizle birlikte iş birliği yaparak bu süreci yürütmemiz gerekiyor. Zorluk içinde yaşayan bir jenerasyondan sonra onların yetiştirdiği çocuklar çok kolay her şeye ulaşabilir, zorluklar yaşamadan başarı sağlayabilir oldular. Bu anlamda aslında eğitim programlarının zorlayıcı olması gerektiğini düşünüyorum. Zorlayıcı derken çocuğu bunaltan değil, hemen başarabileceği değil, emek vererek, emeğin sonunda başarı elde etmesi gereken bir süreç… Bu süreci de çocuğu yine yıldırmadan, geri bildirimleri doğru vererek, teşvik ve motive ederek yürütmemiz gerekiyor. Buradaki en büyük ihtiyacın aslında iyi insan yetiştirmek olduğunu düşünüyorum ben. Veliler olarak kendi karar verme aşamalarımızı çocuklarımızla paylaşmamızın gerektiğini düşünüyorum ki bu aslında onlar için bir hayat tecrübesi aynı zamanda… Hangi referanslarla neleri dikkate alarak kararları veriyoruz, onlar da buna şahit olmalılar. Zaman zaman hatalı kararlar veriyoruz. Bu süreçte onların da geri bildirimleriyle belki hatalı olduğumuz davranışlarımızı düzeltmek mümkün olur, onlar bize ayna olurlar.”

Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş: Üniversiteler tek tip üniversite modelinden uzaklaşılmalı

Son konuşmacımız Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan’a sözü vermeden önce yükseköğretim sisteminin işleyişinin yolunda gitmediğine örnek teşkil edecek önemli veriler paylaşan Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş,  bu durumla yüzleşmeye hazır olmadığımıza dikkat çekti. Tek tip üniversite yerine artık Türkiye’nin 5-6 yeni tip üniversite oluşturmak zorunda olduğuna vurgu yapan Erdoğmuş, bu noktada yükseköğretimde ihtiyaçlar ve çözümler konusunda görüşlerini almak üzere sözü Arıboğan’a bıraktı.

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan: Üniversitelerin toplumun önünü açıp, toplumu bir lokomotif gibi çekmesi lazım.

22

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan önemli tespitler içeren konuşmasında şunları kaydetti:

“Üniversiteler biz okurken hayatlarımızı değiştirebileceğimiz, kendimize yeni hayatlar kurgulayabileceğimiz tek çıkış kapısıydı. Çok büyük zenginlikler içinde hiçbirimiz yaşamıyorduk ama ideallerimiz çok büyüktü. İdeallerimizin çoğu da kendimiz için değildi. Bizim jenerasyonumuzun özelliği buydu.  Bu toplantıda bizim panelimizden önce dört tane pırıl pırıl genç adam kurdukları işleri anlattılar. Anlatırken de içlerinde ne kadar çok ideal olduğunu gördük. Elbette para da kazanıyorlardır ama dertleri para kazanmak değil. Başka bir ekosistem yaratmaya çalışıyorlar. İçeriği çok değişen bir sistemden bahsediyoruz. 1800’lü yılların ortalarında bütün dünyada sadece okur-yazar oranları % 90’ları bulmuyordu. 150 yıl içinde bu oranlardan bahsedebiliyoruz. Artık milyonlarca öğrencinin akın ettiği yepyeni bir düzen var. Okuryazarlık eğitim için bir konsept değil. Eğitim için insanın okuma yazma bilmesi, bilgiye ulaşması, kendini eğitmesi fazla anlamlı değil. Artık eğitim için biz ne vereceğiz, üniversiteler olarak nerede duruyoruz ve biz burada insanların hayatlarına nasıl dokunmalıyız? şeklindeki sorular öne çıkıyor.

Bütün eğitim kurumları içerisinde regüle alanın içinde yada regüle olmayan, yani biraz önce bahsedilen online sitemler tamamen okulların dışındaki eğitim sistemleri arasında en geride kalmış müesseseler üniversitelerdir. Çünkü en sıkı bir biçimde denetlenen, toplumun önünü açıp toplumun önünde bir lokomotif gibi çekmesi gereken, öyle planlanan ve yakın zamanlara kadar da öyle olan üniversiteler şu anda tıpkı kiliseler gibi duvarlarımızı kaldırmış, kardinaller gibi oturuyoruz. Standartları oluşturulmuş, şablon yayınlar yap, puanlamalar yap, puan al puan ver! İçinde hiçbir yaratıcılık barındırmayan, referans göstermeyi çoğunlukla kopyala yapıştır olarak değerlendiren, aslına bakarsanız da ne sosyal bilimler arasında ne de fen bilimleri arasında üniversitenin dışıyla yarışabilecek durumda olmayan bir siteme dönüştürdük işi.

Prof. Arıboğan: Teknolojiler tamamen üniversitelerin dışında gelişiyor

Bakın teknoloji diyoruz üniversitenin tamamen dışında gelişiyor. Ben üniversitelerin içindeki mühendislik fakültelerinde böyle bir yapılandırma uygulayamıyorum. Ne üniversite açısından ne öğrenciler arasından gerçek potansiyellerini ortaya koyabilecekleri bir donanım sağlayamıyoruz. Bu sadece ülkemiz için değil dünyada da böyle yalnız…

“Ne yapacağımızı çok iyi bilmiyoruz.”

Üniversite dışındaki araştırma geliştirme, teknolojik sıçrama imkânı üniversiteler içinden daha fazla hale geldi. Biz çok daha yavaşız, dış dünya çok daha hızlı gelişmeye başladı. Keza sosyal bilimler alanda da aynı şeyler geçerli. Ne yapacağımızı çok iyi bilmiyoruz. Bizler üniversite hocaları olarak kendimizi geliştirme konusunda çok gayretkeş değiliz. Kendi dünyamızda kapalı, o dünya içinden fazla çıkmak istemeyen ve orada kendimizi güvende hissettiğimiz için de çevresine sürekli duvarlar ören yapılar içerisinde kalıyoruz.

Arıboğan: Üniversitelerin kendilerine ait niş alanlarda gelişmelerini sağlamak ve buna yatırım yapmak çok anlamlı bir şeydir.

denizulke

Üniversitelerin kendilerine ait niş alanlarda gelişmelerini sağlamak ve buna yatırım yapmak çok anlamlı bir şeydir. Türkiye’de üniversitelerin gelişimi demek her yere üniversite açmak demek üzerinden tanımlandı. Bunun iyi tarafları var, hem şehirlerin hayatlarına üniversite giriyor hem çok fazla insanın üniversite kapısından girişine imkân sağlanıyor ama üniversite eğitiminin kalitesinde de ciddi bir düşüş yaşandı. Çünkü akademisyen kadroları belli bir yerde yoğunlaşmış durumda. Üniversite kadroları bütün üniversitelere dağılmak zorunda kaldı. Her bir yerde 2-3 hocayla akademik eğitim verilmeye başlandı. Akademisyenlerin kendilerini geliştirmelerine de çok fazla fırsat tanınmadı, çok hızlı bir geçiş döneminin içinde kaldık. Üniversitelerimiz öğrencilerine vermek zorunda oldukları katkıları tanımlayamadı ve veremedi. Orta öğretimde öğretmen olabilmek için pek çok pedagojik kritere bakılırken üniversitede hoca olmak için hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Öğrenciyle ilişkisi nasıl, vizyonu nasıl bakılmaz. İki tane paper yazarsınız, tezinizi de yazdınız mı öğrencinin karşısında bulursunuz kendinizi… Öğrenciyle nasıl bir iletişim kurmamız gerektiği konusunda hiçbir eğitim görmüyoruz. El yordamıyla yol alıyoruz. O bakımdan üniversitelerin ar-ge babından hem eğitim öğretim babından hem de strateji ve vizyon geliştirme babından mutlaka kendilerine bir çeki düzen vermesi gerekiyor. YÖK aslında bir takım önemli atılımlar yaptı. Sürekli yeni projeler geliştiriyorlar ama üniversitelerin de bunlara adapte olması, ayak uydurması çok önemli diye düşünüyorum.

Arıboğan: Üniversitelere kendi özgün gelişimleri için fırsat tanınmalı.

Üniversiteler kendilerini yenileme zorunluluğuyla karşı karşıyalar. YÖK bazı şeylerin farkına vardı ve değiştirmeye çalışıyor ama elimizin altında biraz darmadağın edilmiş bir sistem var. Türkiye’nin bütün üniversiteleri bölümlerini hemen hemen hep aynı bölümlere açıyor. Bu hem kaynağın dağılmasına yol açıyor hem de üniversitelerin böyle bir kapasiteleri yok. Bir kere kapasiteyi belli bir bölgeye yığmak ve her üniversiteye kendi niş alanında gelişme imkânlarıyla yönlendirmek gerekiyor.

Prof. Dr. Arıboğan: Türkiye akademik kaynağını doğru ve düzgün kullanmalı

Türkiye akademik kaynağını da doğru düzgün kullanmak durumunda, ekonomik kaynağını da doğru düzgün kullanmak zorunda… Bu nedenle üniversitelere kendi özgün gelişimleri için fırsat tanınmalı. Aşırı regüle edilmiş, tepeden, tek tip şablonla üretilmiş üniversiteleri yürümek zorunda bırakmak fayda getirmiyor. Ne öğrenci üniversitesini seçebiliyor ne de üniversite öğrencisini seçebiliyor. Biz öğrencimizi seçmek istiyoruz, öğrenci de okuyacağı üniversiteyi seçmek istiyor ama arada bir sistem var, öğrenciyi istemediği, yetenekleriyle ilgili olmayan alanlara, dallara yönlendiriyor. Öğrenciler sırf bir günlük, iki günlük sınav performansıyla bir yerlere dağıtılıyor. Bu doğru bir şey değil. Akademik kadrolar için de benzer durum söz konusu. Üniversitelerin hızla değişmekte olan döneme hazırlanmaları gerekiyor.

Arıboğan: Dünyanın büyük üniversiteleri açık kaynağa geçti

Dünyanın bütün büyük üniversiteleri açık kaynağa geçtiler. Öğrencilerle birlikte çalışmak, proje üretmeyi öğrenmek durumundayız. Şu anda üniversitelerde yer alan akademik disiplinlerin hiç biri endüstri 4.0’ın getirdiği yeni alanlara eleman yetiştirme durumunda değil.

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan: Uygarlık dönüşüyor

Yepyeni bir alana giriyoruz, uygarlık dönüşüyor. Biz vizyon olarak neredeyiz? Hem vizyon olarak geleceğin mesleklerine adapte olmak zorunda üniversiteler hem de mesleklerin geleceğine adapte olmak zorunda…

Üniversiteler toplumun lokomotifidir

Sistemi değiştirip platformları dış dünyayla etkileşimli kurgulamak lazım… İnsanı oradan oraya taşımak yerine bilgiyi mobil olarak taşımanın bin türlü yolu var artık. Onun için üniversitelerin yeni sisteme adapte olması lazım. Üniversiteler toplumların lokomotifidir. En hızlı dönen çarka dönüşmesi lazımdır.

23

Basında IBPF 2019

http://www.ibpf.org.tr/basinda-biz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Platformunuzu seçin ve paylaşın.