Edebiyat Okumaları’nda Bir Dönemi Daha Geride Bıraktık

Edebiyat Okumaları’nın dördüncü döneminde Mustafa Kutlu’nun “Ya Tahammül Ya Sefer” adlı kitabını okuduk. 4 ve 18 Aralık Perşembe akşamlarında Elif Bayır moderatörlüğünde düzenlediğimiz oturumlarda Kutlu’nun “hüzünle yoğrulmuş bir kitap” diye nitelendirdiği “Ya Tahammül Ya Sefer”i Kutlu’nun şahsını da tanımaya çalışarak inceledik.

ed1

Mustafa Kutlu, Erzincanlı, Nurettin Topçu Hoca’nın fikrî öncülüğünü yaptığı Fikir ve Sanatta Hareket dergisine önce desenleriyle sonra hikâyeleriyle girmiş; böylece onun rahle-i tedrisinde bulunmuş, ömrünün bereketine dua ettiğimiz bir yazar… Şu an Dergâh yayınlarının başında ve elhamdulillah yazmaya devam ediyor. Kendisi İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini hala hissettirdiği, modernizmin ahtapot kollarıyla henüz Türkiye’ye “yanaşmaya” başladığı yılların birinde, 1947’de dünyaya gelmiş, 1960-80 darbelerini görmüş, Türkiye’nin geçirdiği dönüşüme tanıklık etmiş. “Ya Tahammül Ya Sefer” i de bu tanıklığın içli bir arzuhali olarak bizlere göndermiş.

Ya Tahammül Ya Sefer, çerçeve hikâye denen, Kutlu’nun diğer bazı kitaplarında da kullandığı bir teknikle yazılmış. Kitabın tamamı ayrı ayrı hikâyelerden oluşsa da, her bir hikâye kitabın bütününde tamamlanan asıl hikâyenin karakterlerini neredeyse tek tek ele alır. Kutlu’nun kitapları genellikle fıtrata yabancılaşma, ideallerden uzaklaşma, şehirleşme, köyden kente göç, kasaba ve taşranın güzelliği- bura insanlarının temizliğinin yanında şehrin yozluğu- gibi muhtevalar etrafında gelişir. “Ya Tahammül Ya Sefer” de gençlik yıllarında bir davanın ateşli hizmetkârlarının yıllar geçtikçe değişen konjonktüre uyarak bundan nasıl vaz geçtiklerini, her şeyin sloganik düzeye nasıl indiğini anlatan; bu bağlamda can yakan, yürek burkan, insanı kendini sorgulamaya iten bir kitaptır.

kitap

Kitabın kahramanları; Asım, Yunus, Murat; işin bidayetinde Hakk’ın yanında olmanın ve onu yüceltmenin hesabını güden, eksik-yoksul hayatlarından memnun, davalarının peşinden koşan gençler, Kerim onların hizmetkârı olmayı kendine onur bilen bir “dava delisi”… Lakin yıllar olduğu gibi durmaz, geçer. Okullar, üniversiteler biter.  Yüksek makamlara gelinir. Asım Profesör, Yunus Bakan olur. Davanın esamisi okunmaz artık hayatlarında… Lüks, hırs, şöhret gelip oturmuştur başköşeye… Bir Murat, bir Kerim kalırlar baş başa… Sonra Murat da tutunamaz, dur edemediği sistemin çarkı onu da ezmeye kararlıdır. Murat olmayınca Kerim de yoktur. Ancak Allah karların altından çiçeği bitirir. İlhan çıkagelir bu vakit… Asım’ın oğludur; etrafta yanlış bir şeyler olduğunu sezer, “dur” demek ister. Ailesinin gidişatına karşı çıkar, kendi hayatını-çevresini değiştirir, babasına baştanbaşa ihtardır onun bu hali; Ramazan hilalinin göründüğünü haber verir ona mesela…

Kitabın ve incelemelerimizin sonunda vardığımız; bir çarkı kıramaz İlhan belki, Veysel gibi hayatını düzelttiği demlerden ve çevreden tutunduğu bir arkadaşı, gözlerinin önünde tanıdık olduğu bir sahneyi; Asım Bey’in, Bakan Yunus’un hikâyesini oynamaktadır. Kısır döngü devam etmektedir bu suretle ama İlhan anlamıştır artık bir şeyleri… Belki de en çok anlamış olduğu şeyin mahiyeti bakımından mühimdir ondan Veysel’e seslenen kitabın son cümlesi:

“Seni, içine yerleştiğin hayatı, gün gün sivriltip, parlattığın geleceği anlıyorum”.

Vesselam.

Haber: Ayşe ULUCAK-PDR ‘17

 

Platformunuzu seçin ve paylaşın.