Buğday Filmini Yönetmeni Semih Kaplanoğlu İle Konuştuk

3 Mart Cumartesi günü Etiler Deniz Private Cinecity sinema salonunda düzenlediğimiz etkinlikte Usta Yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun Buğday filmini izleyip, gösterim sonrasında Semih Bey’le söyleşi yapma imkânını bulduk. Söyleşimizi Sinema Yazarı İhsan Kabil Bey yönetiminde yapmamız ayrıca bir şans oldu bizler için…

b6

Çekimleri Türkiye, Almanya ve Amerika’da yapılan Buğday, genetik araştırmalar ve iklim değişikliği nedeniyle bitki ve hayvan türlerinin soyunun tükenmeye yüz tuttuğu, dünyanın korunaklı şehirler ve ölü topraklar olarak ikiye ayrıldığı bir dönemde geçen bir distopyayı sinema perdesine yansıtıyor.

Buğday, Kur’an-ı Kerim’de geçen Hızır (as.) ve Hz. Musa (as.) arasındaki kıssanın ana karakterler olan Cemil ve Erol’un hikâyeleri içine ustaca bir sinema diliyle yerleştirildiği bir film… Yunus Emre ve Hacı Bektaşi Veli menkıbesine yapılan göndermelerin yanı sıra, İbn-i Arabi yorumlarının da alt metinlerde işlendiği filme kendisini götüren sürece dair şunları söylüyor gösterimin ardından yaptığımız bereketli sohbette Semih Kaplanoğlu:

“10-15 senedir bir derdim var. Hayatımız giderek tekdüzeleşiyor. Artık bu kapitalist sistemin aslında birçok canlı türünü, birçok bitki çeşidini yok ettiğini görüyoruz. Mesela sadece Türkiye’de Anadolu toprağında yetişen 80-90 çeşit elmamız varken bu endüstriyel tarım meselesi yüzünden 2-3 çeşide düşmüş durumda. Ancak küçük yerleşim yerlerinde bazı köylüler hassasiyet gösterip çeşitleri korumaya çalışıyor. Öte yandan dünyadaki eşitsizlik, adaletsizlik, bu sistemin dayattığı insan ilişkileri, insanın içindeki çölleşme, aşırı tüketim vs. Tüm bunlar bana insanı hem içinden hem de dışından yenmekte olduğunu, insanın aslında bir kaybediş, bir çöküş içinde olduğunu hissettiriyordu. Ve ben uzun bir süredir bunu sinemaya nasıl aktarabiliriz diye düşünüyordum. Burada tabi temel bir mesele var. Bilim meselesi… Bilimin, teknolojinin bugün hayatımıza getirdiği bir sürü konfor var. Ama bu konforun ötesinde ve belki daha da fazla hem insana hem de doğaya zararları oluşmaya başladı. Peki, dünyevi bilgiyle ilgili bizim geleneğimizde ne var diye düşündüğümde doğrudan Kur’an’da bunun karşılığı nerededir diye baktığımızda Hz. Musa ile Hızır Aleyhisselam’ın kıssasının aslında aradığımız şeyi bence içinde bulabileceğimiz mesele olduğunu fark ettim. Ve o andan itibaren keşfetmek mi, yoksa Kur’an’daki o hadiseyle dünyanın şu andaki durumunun örtüştüğünü hissetmek mi diyelim bilmiyorum, filmi yapma fikrim hayata geçmek aşamasına doğru geldi. Bu düşünceyle pek çok okuma, araştırma yaptım.

Aslında hepimiz biliyoruz, Kur’an-ı Kerim sadece geçmişe ait bir şeyler söylemiyor. Şu ana ve geleceğe dair de bir şeyler söylüyor, bugünün hakikatine de işaret ediyor. Biz buna iman etmişiz! O zaman bunun bugünle ilişkisini kurmamız lazım. Bu şekilde yapıyı kurduk. Bu süreçte tabi ki bu hakikatleri nasıl sinemaya aktarabiliriz diye düşündüğümüzde Yunus Emre’nin Hacı Bektaşi Veli ile ilişkisi aklıma geldi. Ariflerin hayatının neresine temas edebilirim diye düşündüm ve bunlara yer verdim.”

b4

Sorularla şekillenen sohbetimizde filmdeki manevi mesajların yönetmenin diğer filmlerine göre daha altı çizilir halde yer aldığına dair bir değerlendirmeye Kaplanoğlu şöyle cevap verdi:

“Bu kontrollü yapılmış bir şey değil. Bir tercih de değil. Olması gerektiği gibi oluyor bana göre… Hiçbir zaman burada bir şeyin altını çiziyorum gibi bir kaygım, derdim olmadı. Sonuçta ben gördüm ki Kur’an’ın sözü bugünün de hayatına bir şey söylemektedir. Bunu eğip bükmenin gizlemenin, saklamanın bir manası yok.

Dünyanın geldiği durumdan hepimiz şikâyetçiyiz aslında… Ben Batı’da nereye gitsem herkes şikâyetçi, hava bozuldu, iklimler değişti, yediğimiz gıdalar zehirli deniyor… Tamam, da bunları değiştirmek için ne yapıyoruz? Radikal bir şey yapabiliyor muyuz? Kendi yaşadığımız bu kapitalist sistemin başımıza açtığı belalara karşı bu sistemden vazgeçmeliyiz diyebiliyor muyuz? Diyemiyoruz, sadece bir takım gösteriler yapıyoruz sokaklarda, radikal bir şey yapamıyoruz. O zaman bir şeyi dosdoğru söylemek lazım. Öbür türlü sistem tıkanmış durumda, dünyanın kaynakları o kadar kötü kullanılıyor ki… Dünyanın bir senelik gıda kaynağı aslında Nisan ayında bitiyormuş. Nisan’dan sonra aslında biz bir sene sonrasının kaynağından tüketiyoruz şu anda. O kadar büyük bir adaletsizlik var ki… Ben Somali’de insanların açlık sebebini öğrendiğimde şok geçirdim. Onlar göçebe insanlar ve hayvancılıkla geçiniyorlar. Bunların göç yolları üzerine Amerikan, Fransız, Alman ve Hollandalı tarım şirketleri devasa büyük tarlalar yapmışlar. Burada inanılmaz ürün yetiştiriyorlar, soya, mısır vs. gibi. Ve bu insanlar Somalililer bu dikenli tellerden geçemedikleri için diğer tarafta kalıyorlar, hayvanlarını geçiremiyorlar ve açlık çekiyorlar. Bunların kamplarıyla tarlaların arasında sadece 1 km. mesafe var. Bu 1 km. alandan bunlara hiçbir şekilde gıda gitmiyor. Bu yüzden her şey çok net, gizlenecek bir şey yok. Artık bir şeyleri estetize etmenin, gizlemenin anlamı yok artık. Bizim de bu gördüğümüz şahitliği aktarmamız lazım.“

WhatsApp Image 2018-03-06 at 17.17.36

Buğday filmi İngilizce bir film. Yönetmen Kaplanoğlu aslında ilk başta filmi Türkçe olarak yazmıştır. Ancak daha sonra İngilizce’ye çevirmeye karar vermiş. Zira kapitalizm ve modernizmin acı sonuçlarını yaşadığımız bu çağı meydana getirenlerin diliyle mesajlarını vermek istemiş. Gelin Kaplanoğlu’nun hem bu kararını hem de çarpıcı hakikatleri ortaya koyduğu sözlere kulak verelim yine:  “Aslında ben ilk başta filmi Türkçe olarak yazdım. Ama sonra düşündüm, bu dünyayı biz var etmedik ki… Bu film bu dünyayı (kapitalizm ve modernizm dünyası ) var edenlerin diliyle yapılmalı dedim. Çünkü öbür türlü hakikat olmayacaktı. Distopya diyoruz, bu distopya bizim distopyamız mı? Hayır! Adamların kurdukları medeniyetin sonucunu yaşıyoruz. Ha biz ona katkıda bulunmuyor muyuz? Evet, bulunuyoruz! Yaşam biçimimizle, tüketim kültürümüzle, doğa tahribatımızla katkıda bulunuyoruz. Biz de maalesef bu sistemin içine entegre olduk bir şekilde…”

Yönetmen Semih Kaplanoğlu programın sonunda yapılması gerekenlere işaret ederek söyleşiyi şu sözlerle tamamladı: “Bizim gizli hazine diyebileceğimiz Anadolu irfan kültürümüz var. Bizim bunu mutlaka sanatta bir şekilde devreye sokmamız lazım. Bu kültür bugün belki tercüme edemediğimiz, yaygınlaştıramadığımız, hayatımızın bir parçası haine getiremediğimiz için unuttuğumuz dışarda bıraktığımız bir şey gibi… Ama ben bunu içimizde yazılı olduğunu, içimizde var olduğunu düşünüyorum. Zaten 15 Temmuz bunun bir ispatıdır. Bizim film yaparken, ya da kitap yazarken, düşünürken bu geleneğimizden, bu kültürden beslenerek bir şeyler yapmamız gerekiyor. Çünkü dünya bugün ciddi bir problem yaşıyor ve burada sözü söyleyebilecek olan, sözü hazır kültürlerin en başında biz geliyoruz. Benim inancım bu yöndedir. Hem vicdani anlamda, hem adalet anlamında hem sevgi anlamında söyleyecek sözümüz var ve bunu aktarmamız lazım. Bu konuda çalışmamız ve bunun yollarını bulmamız lazım…”

Söyleşi sonrası bizler için Yusuf’un Rüyası ve Karşılaşmalar kitaplarını da imzalayan Semih Kaplanoğlu’na değerli vakitlerini ayırıp programımıza katıldığı için teşekkür ediyoruz.

b9

 

 

Platformunuzu seçin ve paylaşın.