Bosna izlenimleri…

“..mila, sura i žestoka ,, bosna na zemlju krvavoj ,, čuvam te kao i dva oka , ja sin sam tvoj zemljo ,, ja sin sam tvoj..”
 
“..kanlı toprak üzerine kurulmuş ,, sevgili kız, haşin kız bosna’m benim ,, iki gözüm gibi korurum seni ,, çünkü ben senin oğlunum, ben seninim, senin..”
 
1.gün Visoko, Travnik
 
“Bunlar benim ülkemin şarkılarıdır, bütün ovalar, bütün dağlar bu şarkıları haykırıyor.” diye başlar bu marş. Uçak havaalanına indiği andan itibaren bu şarkıları dinlemeye başlarsınız siz de. Minicik havaalanının dışında bulursunuz kendinizi iki adımda ve Sarajevo kucaklar sizi, adını bilmediğiniz râyihâları, minicik evleri ve düzenli yollarıyla… Minibüsünüzün arkasına bagaj eklentisinin monte edilmesini beklerken Coca Cola’nın Welcome to Sarajevo tabelasına acı acı gülümsersiniz. Dobrodošli’nin hoş geldiniz demek olduğunu da bu tabeladan öğrenirsiniz ve Visoko’ya doğru yola çıkarsınız.
 
İlk durak Osman-efendija Redžović Medresa’dır. Yatakhaneden sizi seyreden çocukları ve bahçedeki kızları görürsünüz. Hemen gülümseyiverirler, yabancı olmadığınızı bilerek, hissettirerek. Kısmetinizde varsa yemekhanenin lezzetli begova çorbasından içer, dondurma kaşığıyla konmuş yoğurttan yer, her yerde karşınıza çıkacak olan lahana salatasıyla tanışırsınız. Abilerin “buyrun” demesine aldanmayın, tek bildikleri Türkçe kelimedir muhtemelen. Yemeğin ardından kısa bir medrese turu atarsınız. Koşuşturan kızlar bir yandan size gülümsemeye çalışır. İslam ülkelerinin yardımlarıyla kurulan bu medresenin “her koltuğu başka bir ülkeye ait olabilir” denilen konferans salonunda oturup Senaid Bey’den umut verici bir o kadar da içinizi buran konuşmayı dinlersiniz. “İmam-hatiplerin muadili olan bu okullarla Bosna’nın algısını değiştireceğiz. Burada yetişen nesiller, temiz nesilleri beraberinde getirecek” “Türklerin bizi bu sefer bırakmasını istemiyoruz, ya burada bizimle kalsınlar ya bizi de yanlarında götürsünler.”
 
Medresenin bir parçası gibi görünen minik camiye geçer, öğle namazını eda edersiniz. Gider de bu minik camiyi kütüphaneye dönüştürülmüş ve büyük camiyi tamamlanmış olarak bulursanız şaşırmayın. Yine İslam ülkelerinin yardımları ve onların gayretleriyle caminin tamamlanışı inşallah yakındır… Bahçedeki kızlarla voleybol oynamak isterseniz kesinlikle size yerleri vardır. Havada uçan topu manşetle kaldırdığınız anda halkalarında buluverirsiniz kendinizi ve “hadi gidiyoruz” seslenişleri üzerine istemeye istemeye Travnik yollarına düşersiniz. Eğer Abdullah Kansu’ysa rehberiniz, size eski Boşnak Marşı’nı söylemeyi teklif edebilir. Ses kayıt cihazlarınızı hazırlayın. Bu sesi ilerde tekrar tekrar dinleyip hatırlamak isteyebilirsiniz.
 
Kaleye çıktığınızda yeşillik anlamına gelen Travnik, adı gibi yemyeşil karşılar sizi. Bir fotoğraf karesine 7 minarenin sığdığı söylenen bu şehirde, 18 mm. objektifinize ancak 6 tane sığdırabilirsiniz. Manzara karşısında hayret eder, kendinize “mütehayyir seyyahlar” lakabını takarsınız, daha neler göreceğinizden ve daha nelere hayret edeceğizden bîhabersinizdir. Vezirler şehri olarak bilinen Travnik’ten 40’a yakın vezir çıkmış Osmanlı zamanında. Sokaklarında dolaşırken 20’ye yakın vezir mezarından birkaç tanesine rastlayabilirsiniz. Ziraat Bankası’nı görürseniz her Türkün yapacağı şeyi yapar, fotoğrafını çekersiniz. Bu topraklara savaşmaya gelip, şehid olan Selami Yurdan’ın kabrine, vezir mezarlarına birer fatihanızı bırakırsınız. Hadži Ali Begova Džamija’nın (Hacı Ali Bey Camii) bahçesindeki şehitliktedir Selami Yurdan, “Türkiyeli” kimliğiyle. Yola devam edersiniz, Šarena Džamija (Alaca Camii) karşılar sizi. Tezhip misali işlenmiş duvarlarına hayran kalır, merdivenlerinde derhal bir grup fotoğrafı çekersiniz. Eğer ezan vaktine denk gelmediyseniz içeri giremezsiniz çünkü Bosna’da vakit namazları dışında camiler ne yazık ki pek açık bulunmaz.
 
Elči İbrahim-Pašina Medresa’da hızlı bir tur attıktan sonra gün bitmeden Mavi Su’yu da görmek ister “Restoran Lutvina Kahva”ya gidersiniz. Mahşukiye’ye benzediğini söylerler, aldanmayın. Mahşukiye’nin pabucunu dama atacaksınız. Gürül gürül akan derenin üstündeki köprülerden birine konuşlanırsanız başkalarına seslenmeye çalışmak nafiledir. Su kıskançtır, onun sesinden başkasını duyamazsınız. Akşam karanlığı yaklaşır, istemeyerek ayrılırsınız Travnik’ten, Baščaršija’ya gideceğiniz tesellisiyle.
 
Sarajevo merkeze varınca heyecanla inersiniz arabadan. Savaşta Sırpların bombalarına karşı dimdik ayakta kalan ve atılan yangın bombalarıyla içindeki binlerce vilayet arşiv belgelerinin, el yazmalarının, beratların, fermanların yandığı Ulusal Kütüphane’nin yanından Baščaršija’ya girersiniz. Bife Rock karşılar sizi, ardından ćevabdžinica’lar buregdžinica’lar… Ćevapi yemek isterseniz Ferhatović’te tadına bakmalısınız. Yoğun ve tuzsuz bir ayran çekerse canınız, yoğurt istemeniz yeterlidir. Yemeğin ardından dondurma yemek istiyorsanız, ekmeği bitirmeye kalkmamalısınız. Bir an önce Baščaršija sokaklarına dönmek arzusuyla grubu hızlandırır ve çarşıya çıkarsanız, ayaklarınız sizi doğruca “sebilj”e götürecektir. Yıllardır görmeyi hasretle beklediğiniz sebil hayalinizdekinin kat kat üstündeki güzelliğiyle karşınızdadır. Suyun sesiyle birlikte bir müddet temaşa ettikten sonra hızlı çarşı turuna devam edersiniz. Gazi Hüsrev Begova Džamija’nın yan kapısına bakan Kahva Ðulistan’ı bulursunuz. Sarajevo’da buradan başka bir yerde Türk çayı bulmanız pek mümkün değildir. Bosnalılar siyah çayı içmezler. Bizi de kahveye ihanetle suçlarlar. “Biz kahveyi sizden öğrendik, ama siz kahveyi terk ettiniz.” Kahva Ðulistan’da Prizrenli Fatmir Amca, savaş gazisi Muhammed Amca’yla sohbet ederken çayları koyu bulur da açtırmak isterseniz, Melihat Teyze “baby ćaj” diye nitelendirir istediğiniz açık çayları.
 
Gün batalı çok olmuş, çarşı kalabalığı azalmıştır artık. Gördüğünüz onca güzelliğe ve bu güzellikler karşısındaki tecessüs ve hayretinize rağmen “Zambaklar Ülkesi Bosna”da olduğunuza hâlâ inanamamaktasınızdır ama Abdullah Abi gidiş talimatını vermiştir, Ahmet Faruk’un uykusu gelmiştir artık. Bir günün bitmesinin üzüntüsü ve tatlı yorgunluğuyla otelinize dönersiniz.
 
2. gün Sarajevo
 
Yeni bir gün doğar İgman dağlarının ardından. İstikamet Tunel B Kuća Kularevih, yani Šida Teyze’nin bahçesindeki tünelden geriye kalan kısım. Dört bir yandan Sırp kuvvetleriyle çevrili Sarajevo’nun Allah’tan sonra tek dayanağı, bir ucu İgman dağları eteklerindeki Šida Teyze’nin evinin altında diğer ucu şehrin merkezinde olan bu tünel 1.60 m. yüksekliğinde, ancak bir adamın geçebileceği genişlikte ve 850 metre uzunluğunda.
Demir raylarla döşenmiş. Savaş zamanı yiyecek ve silah taşımak için kullanılmış. İki uçtan kazılmaya başlanmış ve yapımı 4 ay 4 günde tamamlanmış. “Ya iki ucu denk getiremezsek” diye kaygılananlara, Rahmetli Alija “O zaman gidiş-geliş iki tünelimiz olur” diye yanıt vermiş. Tevfik Allah’tan… iki ucu denk getirebilmişler. Rehberimizin verdiği bilgiler ve izlediğiniz belgeselin ardından evin içinde gezerken yaralı bir askerin fotoğrafına, onu taşıyan sedyeye, savaş sırasında Rahmetli Alija’nın da zaman zaman kullandığı raylar üzerinde ilerleyen koltuğa, yere çakılı kalmış kurşuna baktığınızda gözleriniz dolar. Yine de hiç biri Šida Teyze’yi gördüğünüz andaki hissiyata benzemez. Savaşı görmüş, kim bilir kaç şehidin gözlerini elleriyle kapamış olmasına rağmen dimdik duruşu, yüzünden eksik olmayan gülümsemesine bakar kendinizi sorgularsınız. Ziyaretçilerin yazdıklarıyla dolan deftere bir iki satır siz de yazmaya çalışırsınız, kelimelerin kifayetsiz kalacağını bile bile… Kulağınızda “Allahimanet” diyen teyzenin sesi, içinizde derin bir hüzün, ülkeye ismini veren Bosna nehrinin kaynağı olan “Vrelo Bosne”ye gitmek üzere aracınıza binersiniz. 
 
Yolda, gideceğiniz yerin büyüleyiciliğinden habersiz, yemyeşil Sarajevo tarlalarını, alçacık evleri, bahçelerindeki çiçekleri görürsünüz. Grubun 7 yaşındaki üyesi “Bosna biraz köy gibi, Karadeniz köyü” diyebilir. Haklıdır. Vrelo Bosne’ye vardığınızda belki sizi de seyyar satıcının küçük kızı Meryem karşılar ve ardından “dünyadaki cennet” Milli Park, her yandan akan suları, yeşili ve ördekleriyle… Mostar’dan atılan bir taşın kaç saniyede nehre düştüğünü hesaplamak niyetindeyseniz bir dereden aldığınız taşı çantanıza koyar, iki yanı 150 yıllık ağaçlarla kaplı Âşıklar Yolu’na yönelirsiniz. Faytona binmeyip yürümeyi tercih ederseniz kuş sesleri eşliğinde tefekküre dalabilirsiniz. Faytona binmek isterseniz 5 kişiden fazla binmemelisiniz. Aşırı yüklemeden faytonunuz dönemeyebilir, yarı yolda kalabilirisiniz.
 
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’ne doğru yol alırken eski öğrenci yurdu, şimdiki BM karargâhı olan binaları, Kral Fahd’ın yaptırdığı cami’yi görebilir; rehberinizden Karadağlıların tembelliklerine dair fıkralar dinleyebilirsiniz. Üniversiteye vardığınızda bahçedeki Türk kızlarını uzaktan hemen fark eder, bahçeye indiğinizde bir an kendinizi Türkiye’de gibi hissedersiniz. Osman Nalbant’tan minik bir bilgilendirme konuşması dinlersiniz. 18 ülkeden şimdilik 830 öğrenciye sahip olan bu üniversitede öğrencisinden profesörüne başörtü yasağı yoktur. “Bir gün belki” der, bahçeye çıkarsınız. Tanıştığınız insanlar size derslerin yoğunluklarından ve hiç gezemediklerinden yakınıp Türkiye’yi aradıklarını söylerler, yer değiştirmeyi teklif ederseniz ona da pek yanaşmazlar. Bir gün görüşmek ümidiyle vedalaşır, yaklaşan Cum’a namazı için Baščaršija’ya hareket edersiniz.
 
Gündüz gözüyle seyrettiğiniz Sarajevo huzur doludur. Temizliği, düzeni, sıkışmayan trafiği, herkesin nazikliği ve sakinliği sizi de içine alıverir. Bosna’da hanımların Cum’a namazı kılmasında bir sorun olmadığını öğrenirsiniz. Gazi Hüsrev Begova Džamija’ya vardığınızda avluda yürüyecek yer kalmadığından hayalleriniz suya düşer.
Namazın ardından, nihayet “burek”. En doğru tercih sacda yapılanın patatesli olanıdır. Kocaman böreği yer, ağırlık yapmamasına hayret edersiniz. Eğer Sarajevo sakini bir arkadaşınız varsa onu bulup gruptan ayrılabilirsiniz. Minik bir tur esnasında çarşıda bir şeyin fiyatının her yerde aynı olacağından emin, rahatlıkla alış veriş yapabilir, topu 1,00 KM’den krema gibi borovnica’lı dondurma yiyebilirsiniz. Minik Kapalıçarşı diyebileceğiniz Bezistan’da Türkler için çok da farklı bir şey yoktur. “Bosna Kahva” içmek için sabırsızlanıyorsanız hızlıca buradan çıkarsınız. Morića Han idealdir. Ihlamur’un altında oturup heyecanla birazdan gelecek olan kahvenizi bekler bir yandan da kulpsuz fincanın hikâyesini anlatırsınız. “Sırplar üç parmaklarını “Çetnik” işareti için kullanıyorlar. Boşnaklar da onlara muhalefeten bardağı kulbundan üç parmakla tutmak yerine, tüm parmaklarını kullanarak tutmayı tercih etmişler.” Birazdan masayı teşrif eder “bosna kahva”. Şekeri yanında gelir kürdana geçirilmiş bir lokumla. İki bardak çıksa da cezveden, tadına doyamaz ikinciyi istersiniz. “Oprosti, jeden bosna kahva…”
 
Çarşıdan Alija’yı ziyaret etmek üzere yola çıkarsınız. Bomba ve mermi izleriyle dolu binalar her zamanki gibi dizi dizidir yollarda. İrili ufaklı şehitlikler görürsünüz. Savaşın ardından parklar, bahçeler alternatif mezarlıklara dönüşmüştür. Alija da böyle büyük şehitliklerden birindedir. Şehitliğe girdiğinizde uzaktan üzerindeki kubbe şeklindeki çardak görünür. Şehitlere Fatihalar okuyarak yaklaşırsınız ona doğru. Ayın ortasındaki yıldızın yanında okunmaya başlayan Yasin-i Şerif’le sessizleşir etraf, Bilge Kral’ın varlığını hissedersiniz. "ja bi svjetlo zvao makom, da te nije alija" “ve ben karanlığı ışık bilirdim, aliya sen olmasaydın” Edecek dua, söyleyecek söz bulamaz, dolan gözlerinizi silmeye uğraşırsınız.
 
Hafiflemiş olarak çıkarsınız şehitlikten ve Sarajevo’yu yukarılardan seyretmek üzere tabyaya çıkarsınız. Bütün güzelliğiyle ayaklarınızın altındadır. Bir kez daha hayran kalırsınız. Merkeze indiğinizde İnat Kuća’yı, Hünkâr Camii’ni görürsünüz. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yer olarak bilinen Latin köprüsünden geçer, Ferdinand’a ateş edilen köşeden döner, menzile bakarsınız. Eğer Abdullah Abi gibi rahat bir rehberiniz varsa gruptan ayrılıp şehrin sokaklarında dolaşarak insanlarla hemhal olabilirsiniz. Gruba katılmak üzere Ferhadija caddesinden buluşulacak yere doğru ilerlerken, İstiklal Caddesi’nde yürüdüğünüzü sanabilirsiniz bir an. Nuruosmaniye’den Taksim’e geçmek gibidir Baščaršija’dan Ferhadija’ya geçiş… Her türlü markaya rastlayabilir, korsan CD’ciler bile görebilirsiniz. Akşam yemeğinin ardından şoförünüz sabit bir nokta buluncaya kadar peşinden sokaklarda koşturmak hiç de can sıkıcı değildir. Sokaklarda yarış yaparsanız, Boşnakların garip bakışlarına maruz kalabilirsiniz. Günün yorgunluğu, otobüse binince hissettirir kendini, otele gidiş ve ertesi güne geçiş ne ara olmuştur fark edemezsiniz.
 
3. gün Kojnic, Poćitelj, Blagaj, Mostar
 
Upuzun bir gün sizi beklemektedir. Abdullah Abi “Sabah hayrola” diyerek başlar her sabah olduğu gibi bilgilendirmeye.
Mostar, Sarajevo’ya 120 km uzaklıktadır, fakat gözünüz korkmasın, Neretva yemyeşil ve ayna gibi eşlik ederken size, yolun nasıl bittiğini anlamayacaksınız. Yol üstünde görülecek pek çok da kasaba vardır üstelik. İlk olarak Konjic’e uğrayabilirsiniz. Küçük Konya manasına gelen bu minik kasabada Osmanlı zamanında Konyalıların yoğunlukta olduğunu öğrenirsiniz. Yıkık minarelere bakan köprüyü Mostar’ı yapan Türk firması restore ediyor olabilir hâlâ, zira Sırplar Mostar’daki gibi sorun çıkarmakta. Türk işçilerle selamlaşıp yola devam edersiniz.
 
İkinci durağınız Blagaj Tekkesi’dir. Buna Nehri’nin doğduğu dağa sırtını dayamış dimdik duran bu Halveti tekkesinde derviş olmak biraz daha kolaydır sanki. Pencerelerinin baktığı muhteşem manzara karşısında tefekküre dalarsınız. Aşağısında enfes alabalıklar yapan restoranda çağıldayan su sesiyle; hatta ayaklarınızı suya uzatarak begova çorbası içebilirsiniz. Suyu seyretmeye doyamazsınız, Bosna’da yaşamak fikri kuvvetlendikçe kuvvetlenir. Rehberinizle aranızı iyi tutmuşsanız güzel yerler keşfetmenize vesile olabilir. Kimselere görünmeden merdivenlerden suyun kenarına iner elinizi suda kaç saniye tutabileceğinize bakarsınız. 5 dakika tutana ödül verilen bu suda 1 dakika bile tutulabileceğinden şüphe edersiniz. Tekkede namazı eda eder, dışarı çıktığınızda burnunuza çarpan sarmaşık güllerinin kokusunu kaydetmek istersiniz. Bu kokuların arasında Bosna kahva’nın içimi ayrı bir güzeldir. Gitme vakti gelir, sulara son bir kez bakar, Mostar’ı görme arzusuyla yola devam edersiniz.
 
Poćitelj’e vardığınızda tipik Osmanlı mimarisi karşılar sizi. Poçitelj başlangıç demektir. Kanuni zamanında Osmanlı’nın en batıdaki kalesi Poçitelj’dekidir. İsmini buradan alır. Neretva’nın kenarına kurulmuş olan Poćitelj’de her şey taştan yapılmadır. Siz camiyi incelerken hızlı bir ekip habersizce kaleye tırmanabilir. Harika bir manzarayı kaçırdığınızdan habersiz o 5 kişi gelene kadar siz de tatlı bir Boşnak çocuktan yemişler alıp etrafı seyredersiniz. Yediğiniz meyvenin portakal mı mandalina mı olduğunu tartışırken kendinizi otobüste, Mostar yolunda bulursunuz. Çok az kalmıştır artık.
Mostar’a girişte Alija’nın dava arkadaşı Bosna-Hersek Cumhuriyeti (BİH) eski İran Büyükelçisi ve Genç Müslümanlar [Mladi Muslimani] Teşkilatı Genel Başkanı  hadži Omer (Mustafa) Behmen’in cenaze namazına denk gelmek nasib olmuştur. Gruptan ayrılarak iştirak edebilmiş birkaç kişiden olmanın tuhaf mutluluğu ve böyle bir zatı ebediyete uğurlamış olmanın hüznüyle Mostar sokaklarında köprüye doğru ilerlersiniz. Delik deşik edilmiş evlerin camlarında Boşnak hanımları kadar zarif sardunyalar görürsünüz muhakkak. Ve yine bir Ziraat Bankası ardından Türkiye Konsolosluğu’yla kendinizi iyice evinizde hissedersiniz. Köprüye vardığınızı anlamanız birkaç saniye sürer. Gruptan geri kaldıysanız önce köprüye girersiniz.
 
9 Kasım 1993’te Hırvat milisleri tarafından açılan top ateşi sonucunda yıkılan ve yıkılışını gören gözlerin büyükten küçüğe ağladığı, her zaman barış ve istikrarın simgesi olagelmiş o medeniyet harikasının üzerindesinizdir. Aslına uygun olarak yeniden inşası yıkılışından ancak on yıl sonra 31 Aralık 2003’te bir Türk firması tarafından tamamlanmıştır. Yalnız eski köprü ile arasında ufak bir fark vardır: eski köprüde Allah (c.c.)’ın 99 esmaına atfen 99 basamak bulunurken, yeni köprüde yıkılış tarihine atfen 93 basamak vardır. Basamakları saymaya başlarsınız, 55. basamaktan ufak bir taşın nehre düşüşü 2 dk. 37 sn. sürer. Sona vardığınızda nehirden çıkarılmış bir taşın üzerinde “Don’t forget 93” (93’ü unutma) yazısını görürsünüz fakat basamakları 92 saymış olabilirsiniz. Karşı kıyıda tabakhanede çalışan işçilerin cemaati rahatsız etmeden, rahatlıkla ibadetlerini yapabilmeleri için yapılmış Tabakhane Camii’ni görür, Bosna halkının ne denli ince olduğunu bir kez daha fark edersiniz. Elmalı dondurmanızla geri dönerken 38. basamakta durursanız fotoğraf çekmek için idealdir. Basamakları saymaya devam ederek köprüyü geçtiğinizde bu kez 93’e ulaşırsınız. O pürüzsüz, insana yumuşacık gelen taşları arkanızda bıraktığınızda, üstünde olduğunuzun Mostar olup olmadığını kontrol için koşar adımlarla Koski Mehmet Begova Džamija’ya gitmelisiniz. Avlusundan köprünün tamamı bir anda karşınıza çıktığında kalp atışlarınız hızlanır, tıpkı cesaretini kanıtlamak için köprüden atlayan nişanlısının sudan sağ çıkmasını bekleyen Boşnak kızınki gibi… Onu görmek, “aramakla bulunmaz, ama bulanlar ancak arayanlardır” dedikleri arananı bulmak gibidir. Çünkü o Bakî ism-i İlahiyesinin tecellisidir adeta. Taş duvara oturuverirsiniz. O sırada rehberiniz yanınıza yaklaşıp Pocitelj’deki kale fatihlerinden sonra iki kişinin de minareye çıkabileceğini söylerse mutluluktan uçarcasına rehberinize dualar ederek merdivenleri çıkarsınız, nefesinizin kesilmesine aldırmadan… Saniyeler uzar uzar ve şerefeye vardığınızda karşınızdaki Mostar, aşağıdakinden de güzel ve farklı tüm ihtişamıyla karşınızdadır, bütün şehirle birlikte. Bu sırada başınız mı döner minare mi sallanır anlayamazsınız.
 
Sanki coşkuyla, kaynayarak akan ırmak onun altında sakinleştirmektedir. Aklınızdan geçen düşünceleri, kalbinizden taşan duyguları takip etmeye çalışmanız nafiledir. Bu manzarayı bir ömür seyredebileceğinizi düşünür ve o an şehir halkına imrenirsiniz. Çünkü köprü ile şehir halkı arasında çok eski ve ayrılmaz, sıkı bir ilişki vardır. Onların kaderleri o kadar bağlıdır ki ayrı düşünülmeleri ya da ayrı anlatılmaları imkânsızdır. Hatta şehrin iki yakası ebediyet yastığına baş koymuş bir gelinle damat olarak tasvir edilir. Hayatları müşterek, rüyaları ortak, gelecekleri birbirine sımsıkı bağlı ve bir bütünün ayrılmaz iki parçasıdırlar. Ayrılma vakti gelmiştir. Arkanızı dönersiniz. Bilirsiniz ki tekrar bakarsanız ayrılmak hayli güçleşecektir. Dönüp bir daha bakmamayı tembihleyerek kendinize, “Allahaısmarladık, bir gün tekrar geleceğiz inşallah!” dersiniz ve nasıl çıktığınızı bilmediğiniz merdivenlerden istemeye istemeye inersiniz. Çıkışın aksine kendinizi kapının önünde buluverirsiniz hemen. Bıraktınız gibi bulmadığınız ayakkabılarınız tebessüm ettirir, girişte kapıyı açan amca ayakkabılarınızı düzeltmiştir.
 
Gruba yetişme telaşıyla koşturarak Karagöz Bey Camii’ne gidersiniz. Grubunuzu bulur, rehberinizin “Mostar fatihleri” iltifatına mazhar olur, camiye şöyle bir bakar, günün bitmekte oluşu üzüntüsüyle otobüsünüze ilerlersiniz. Yol üstünde Restoran Maksumić kuzu çevirmesiyle sizi beklemektedir. Kuzu sevmiyorsanız bezelye yemeği ve patates tavayla idare etmek zorundasınız. Dönüş yolunda uyumayan nadir kişilerdenseniz otobüsün ön koltuğundan Sarajevo yollarının gecesini seyredebilirsiniz. Şoför görüşünüzü engelleyen Zambak Tur tabelasını kenara çekip, camı silecek kadar incedir. Rehberiniz Baščaršija’ya gidebileceğinizi söylerse kesinlikle kabul ediniz. Sarajevo gecesinde Passat model bir taksiyle Baščaršija’ya gitmek sadece 3 kişiye nasib olabilir…
Gece 11’de açık dükkân bulmak zor olsa da rehberiniz azimlidir ve size “Tufahija” tatlısını bulur, tuffahiye istemiyorsa siz de ona dondurma ısmarlarsınız. Çarşının sessizliğini dinleyerek meydana vardığınızda dönüş için Avrupa’nın ilk tramvay hattı olan hattaki külüstür tramvayı seçebilirsiniz. Seyrek de olsa tramvaylar gece çalışmaktadır. Tramvayda rehberinizin anılarını dinlersiniz. Pazaryerinin yanından geçerken yaşanan vahşetin getirdiği ölüm sessizliği var sanırsınız. Tramvaydan sonra bindiğiniz taksici çoğu Boşnak gibi insan canlısıdır. Sıkı bir sorguya çekilir rehberiniz. Bu esnada siz de Boşnakça anlayıp anlayamadığınızı test edersiniz. Otele vardığınızda bîtab, bir o kadar da huzurlu günü bitirirsiniz.
 
4.gün Baščaršija
 
Ayrılık hüzünle son güne uyanırsınız Sarajevo’da, bir yandan upuzun sürmesi için dua ederek. Son kez “burek” yemek için kahvaltıda karnınızı çok doyurmamalısınız.  Bagajlarınızı taşıyabilmesi için büyüğüyle değiştirilen aracınıza binip Baščaršija’ya giderken İran’ın savaş sırasında yardım amacıyla pahasının çok üstünde satın aldığı konsolosluk binasını görebilirsiniz. Sokakları seyretmeye dalıp pasaport kontrolü yapan rehberinizi kızdırmayın. Son gün çarşıda yapılacak çok şey vardır. Hızlı olmak elzemdir, erkenden dükkânlarını açan Boşnak esnafın sakinliğinin aksine. Son “burek”lerden sonra koşarak Gazi Hüsrev Begova Cami’nin avlu duvarındaki çeşmeye gitmelisiniz. Rivayet ya, bu sudan bir kez içerseniz hayran kalırsınız, ikinci içişinizde kaderinize Bosna’ya tekrar gelmek, üçüncüsünde ise bir gün Bosna’ya yerleşmek yazılır. Çarşı Camii’ni geçerek meydana giderken sağdaki sokaktan çekicin dövdüğü bakırın tınısı gelir. Hadži Mirsad amca gibi birçok zanaatkârın Osmanlı bakırcılığına devam ettirdiği bu sokaktan fincanı, şekerliği ve cezvesiyle bir kahva tepsisi alırsınız. Alış veriş yapılmıştır. Rehberinizin görmenizi tavsiye ettiği tepedeki tekkeye yönelir, Sarajevo sokaklarının sakinliğine dalarsınız. Eğer yolunuzu kaybederseniz, Boşnakça haricinde dil bilmemesine rağmen bir tamirci amcadan ya da yol kenarındaki bir abladan yol tarifi alabilirsiniz. Sizi gülümseyerek karşılar ve anlatmak için gayret gösterirler. Alija’yı bir kez daha ziyaret ettikten sonra enfes soğandolmanın tadına bakmak için koşar adımlarla Baščaršija’ya dönersiniz. Staklo Restoran tercihiniz olabilir. Geç keşfettiğiniz bu lezzetin tadı damağınızdan silinmeden son Bosna kahva’sı için Morića Han’a yönelirsiniz burada grubunuzdan soğandolma yiyen şahıslar bulursanız tadına bakmalısınız Staklo’da yediğiniz için pişman olma ihtimaliniz vardır. Ihlamurun gölgesinde dakikalar hızla akarken rehberinizin çağrısıyla harekete geçer adımlarınızı mümkün olduğunca ağır atarsınız. Dondurmacının önünden geçerken son dondurmanızı alıp bir yarınızı orada bırakarak çarşıdan ayrılırsınız. Miljacka nehrinin kıyısındaki son yürüyüşünüz, rehberinizden son sevdalinkalarınız bittiğinde havaalanında bulursunuz kendinizi. İşlemler tamamlanır, gitme vakti gelir, pasaportlar uzatılır, çizgiden geçilir ve minicik uçağınıza biner bir vatanınızdan diğerine dönersiniz…
 
“Allahimanet Bosna!”
Senanur Avcı-Hüsna Şişman

Platformunuzu seçin ve paylaşın.