Bir başarı hikâyesi: Getir-Bi-Taksi-Nazım Salur

Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın (BYV) 1 Mayıs 2021 Cumartesi günü “girişimcilik” gündemiyle düzenlediği Özgün İyi Yönetim Uygulamaları Forumu IBPF 2021 yazı dizimizin dördüncü ve son bölümünün öznesinde Getir-Bi-Taksi-Nazım Salur’un Başarısı var. BYV Mütevelli Heyeti Başkanı Halim Sırçancı’nın moderatörlüğünde gerçekleştirilen Nazım Salur sohbetine ilişkin notları değerli okuyucularımızın irfanına arz ediyoruz.

Halim Sırçancı

Büyük konuğumuz var, sizlerde ekranda görüyorsunuz. Bi-Taksi ve Getir şirketlerinin kurucusu Nazım Salur konuğumuz. Nazım Bey merhabalar. Hoş geldiniz, nasılsınız?

Nazım Salur

Merhaba, hoş bulduk, sağ olunuz.

Halim Sırçancı

Teşekkür ederiz, davetimize icabet ettiğiniz, katıldığınız için. Nazım Bey’le Getir ve Getir’in başarısı hakkında konuşacağız. Nazım Bey bildiğim kadarıyla 1986 Boğaziçi İşletme mezunusunuz. Bir süre farklı sektörlerde profesyonel tecrübeniz oldu ve 2013 yılında da Bi-Taksi’yi kurdunuz, ardından Getir geldi. 2015 yılında ardından Getir Yemek, Getir Su, Getir Büyük hepsi sırayla hayatımıza girdi. Maşallah bir girişim fabrikası gibisiniz. Yeni yeni fikirler de vardır diye düşünüyorum. Evet, isterseniz Bi-Taksi’den başlayarak oradan da Getir’in kuruluşuna geçerek bu girişimler nasıl oldu, nasıl başladınız, bu fikirler nereden çıktı, nasıl hayata geçirdiniz bunlar hakkında söyleşimize başlayabiliriz. 

“Fikri olmayan insan yoktur!”

Nazım Salur

Evet, vallahi şimdi fikirler çıkar yani, fikri olmayan insan çok az aslında. İnsan yaşadığı bir problemle ilgili günlük hayatında keşke şu şöyle olsa dediği her şey aslında bir iş fikridir. Sadece insanların büyük çoğunluğu onu birinin halletmesini bekler. Belli insanlar da ‘ya bir dakika, a bunu acaba ben halletsem mi, iş haline getirsem mi?’ der işte onlara da “girişimci” diyoruz. Neticede Bi-Taksi 2012’de aklıma geldi, 2013’te hayata geçti. Ben teknoloji alanında bir iş yapmak istedim. Akıllı telefonların hayatımıza yeni girdiği, toplumun henüz %20’sinin akıllı telefonu olduğu bir dönemdi o zaman. Buradaki aplikasyon dünyasının gelecekte en büyük mecra olacağını varsaydım o gün. Öyle de oldu…

Nazım Salur: Cep telefonunun ekranı İstiklal Caddesi’nden daha kalabalık!

Bugün baktığımızda hayatımızdaki bir sürü işi cep telefonu ekranı üzerinden yapıyoruz. Yani, “İstanbul’un en kalabalık caddesi İstiklal Caddesi ama daha kalabalık bir cadde var o da cep telefonunun ekranı bakarsanız. Biz de dedik ki o zaman, “herkes en kalabalık caddede işletmesi olsun ister doğru düzgün applikasyon yaparsanız milyonlarca müşterinizin olması mümkün.”Dolayısıyla öyle bir öngörü ile başlamış süreçti.

Bi-Taksi aklıma gelen birçok fikirden biriydi, onu yapmaya karar verdim o zaman. Bununla birlikte Bi-Taksi böylece ortaya çıktı. Sonuçta o yıllarda dünyada birkaç ülkede benzer uygulamalar başlamıştı. Yani tamamen de orijinal bir uygulama değildir, ama Türkiye’de ilk biz yaptık Bİ-Taksi uygulamasını. Ama gidip bakma imkânım olmuştu, İngiltere’de, Amerika’da, Almanya’da bir iki yıldır yeni yeni bazı firmalar çıkmaya başlamıştı. Onlara bakma, esinlenme imkânım oldu, onu da dürüstçe söyleyeyim.  Bu klon iş yapmak yani daha evvel yapılanın yerli versiyonunu yapmak da yanlış bir şey değil aslında. Çünkü neticede belli fikirler çıkıyor piyasaya, o fikirlerin bütün dünyada o fikri yapan firmalar tarafından yapılması mümkün değil, o işin başka ülkelerde, başka girişimciler tarafından yapılması normal yani. Otomobilde diyelim, ilk Amerika’da yapıldı ama Almanlar da yaptı, İngilizler de, İtalyanlar da, takip eden yıllarda Japonlar da yaptı, o ülkelerde de o işin endüstrisi oluştu. Aynı şey teknoloji içinde geçerli.

Nazım Salur: Bi-Taksi zor bir işti!

Bi-Taksi zor bir işti, hâlâ zor bir iş, çünkü kısıtlı bir piyasa, regülasyonu çok, teknolojiye itiraz var orada, taksicilerin onu benimsemesi çok uzun yıllar aldı. Kamu otoritesinin oraya müdahalesi var falan, yani bugün hâlâ ayakta bir şirket ama maalesef potansiyelini yeterince gerçekleştirememiş bir şirket oldu Bi-Taksi bu kısıtlamalar yüzünden. O işte bir nevi ‘nasıl büyüteceğiz, ne yapacağız, nasıl onu yaparız, bunu yaparız?’ şeklinde bir sıkışmışlık hissi yaşarken 2015’te aklıma Getir geldi yani. O da Bi-Taksi ekranına bakarken geldi, o zaman 3 dakikada taksi verir hale gelmiştik, biz o 3 dakikada taksi veriyoruz, ‘taksi bir ihtiyaç, insanların başka ihtiyaçları da var, yani şöyle birkaç yüz ürünü insanlara arabada götürsek, insanlara acil gereksinim duydukları ürünleri göstersek, yaklaşık on dakikada da götürsek iyi olur’ diye düşündüm. Çünkü teknolojik olarak aslında onu yapmak mümkün, mümkündü o zaman. Bi-Taksi’deki öğrenimlerimiz bunu yapabileceğimi bana hissettiriyordu. Yani 10 dakikada nasıl? Mesela İstanbul’da da 18.000 civarı taksi var, 18.000 civarı da dükkân olsa 3 dakikada götürürsünüz. Hani 18.000 dükkân açmak pek kolay olmayacağı için 10 dakikada dükkânlardaki ürünleri götürürüz diye düşündüm bu işi ve sonuçta öyle başlamış bir iştir.

“Getir, orijinal bir fikir.”

Getir’in özelliği şu. Bizi diğer ‘start-up’lardan ayıran ve Bi-Taksi’den ayıran da şu. Getir orijinal bir fikir. Biz Getir’i 10 dakikada mal götürelim diye kurduğumuzda dünyada Getir benzeri hiçbir iş yoktu. Yani o sürede götürenler yoktu. Tabii ki mal getiren firmalar vardı, ertesi gün getiren vardı, aynı gün getiren vardı falan. Amazon 2015 yılında o bazı şeylerde 1-2 saatte teslimat işine yeni yeni başlıyordu. Bizim iş fikrimize hemen herkes alkış tuttu. “süper hizmet” diye. Ki birkaç saatte teslimat da aslında bir süper hizmet ama, 10 dakikada mal götürmek başka tabii ki. Yani mesela 1-2 gün içinde mal götürmek iyi bir hizmet, aynı gün götürmek çok iyi bir hizmet, 1-2 saatte götürmek hızlı, yarım saat çok hızlı, ama 10 dakikada götürmek ise neredeyse şimdi oluyor.

10 dakikanın değişik bir algısı var tüketici nezdinde. Alışkanlık yaratıcı bir özelliği var, çünkü eğer bir şeye acil ihtiyacınız varsa, acilse işiniz, yarım saat uzun bir süre, 10 dakika ise makul bir süre. Veya bir şey canınız bir şey çektiyse, televizyon seyrediyorsunuz işte dizide biri çekirdek yiyor o sırada ‘olsa da yesek’ dediğimiz çekirdek işte alt tarafı birkaç liralık bir şey ama onun size vereceği mutluluk o sırada canınız çekti ve canınızın çektiği bir şeyi yapabilmenin vereceği mutluluk o birkaç liranın çok çok üstünde. Ama işte soyunup, giyinip markete gidip onu alacak kadar da arzuya sahip olmuyorsunuz normalde, ama işte cep telefonunuz zaten yanınızda, orada ekranda birkaç tuşa dokunarak o çekirdeğin size gelmesi bir mutluluk işte. Küçük bir mutluluk. Hani Getir’in sloganına da “Bi Mutluluk” diyoruz.

Hayatımız zaten yeterince zor, Getir olarak verdiğimiz hizmetle sadece yediğinizi, içtiğinizi size getirmek değil onu getirme biçimimiz, onu getirme süratimiz, getirme zamanlarımız, getirdiğimiz mekânlar olarak aslında bir mutluluk vermeye çalışıyoruz. Öyle bir iş kurduk, bu da orijinal bir fikirdi. Yani, gurur duyduğum çok mutluluk duyduğum bir taraf bu. Çünkü şöyle büyüdük biz. Yani, ben 1981-1986 yılları arası Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum, Boğaziçi o zamanda da çok nezih bir okuldu.

Boğaziçi Üniversitesi nezih bir okul.

Türkiye standartlarının epey üstünde bir eğitimi vardı Boğaziçi Üniversitesi’nin ve üniversite imtihanlarında en çok talep edilen okuldu aynı zamanda. Hâlen de öyle. Hayatımın çok güzel yılları geçti Boğaziçi’nde. Eşimle de orada tanıştım, şimdi 3 çocuğumuz var, eşim de Boğaziçili, kız kardeşlerimden biri Boğaziçili, dolayısıyla Boğaziçi bizim hayatımızın içinde çok önemli bir yer ediniyor. Bugün bizi izleyenler arasında orada okuyan arkadaşlarımız varsa bu yılların kıymetini bilsinler, ondan sonra gerçek hayat başlayacak ve Boğaziçi’ndeki o yılları özleyebilirler. Neyse konuya döneyim!

Nazım Salur: “Adamlar yapmış Abi!” lafına sinir olurdum.

Bu orijinal fikri çıkarmanın ana şeyi şu aslında: Geçmişte Türkiye’de biz şöyle büyüdük: Adamlar yapmış Abi! Bu laf, “adamlar yapmış abi” lafını –hâlâ da toplumda kullanılıyor belki ama- bizim zamanımızda çok kullanırlardı. Bu beni sinir ederdi. “Adamlar yapmış Abi” şu demek aslında gizli bir taraftan: “Adamlar kim oluyor?” Bizden daha ileri de, ağırlıklı olarak da Batılılar, biraz da Japonlar falan!

Bizden daha iyi ürün ya da hizmet üretebilen, marka çıkarabilen kim varsa onlar “Adamlar” (!) oluyor, onlar yapmış biz de ithal edeceğiz, işte ya da bakacağız, onlar izin verirse kullanacağız. Adamlar yapmış Abi, ‘biz yapamayız’ı da kapsıyor içerisinde. “Adamlar yapmış abi” basit bir cümle olmakla ağır bir cümle aslında. Benim sinir olduğum bir cümle. Yani bir gün kısmet olursa daha öğrencilik yıllarımda bu “adamlar yapmış abi”ye çentik atalım, biz yapalım, yani diye de düşündüğüm bir şeydi. Bu çok uzun süre…

Nasip oldu Boğaziçi Üniversitesi’ni 1986’da bitirdim. 2015’te, mezuniyetimden neredeyse 30 yıl sonra işte orijinal bir iş fikrini çıkarıp hayata geçirmek neredeyse 30 yılda nasip oldu.  Bizim için Getir’in böyle bir gurur tarafı var, orası çok önemli. “Adamlar yapmış abi”, “biz de yaparız abi”, birinci aşama.  “Adamlardan daha iyi yaparız” ikinci aşama. Üçüncü aşama daha iyisi, “adamları boş ver ya ilk biz yapalım”, “adamların ne yaptığı önemli değil, adamların yapmadığını yapmak önemli.”

Getir, adamların yapmadığını yapmaktır.” 

Getir, adamların yapmadığını yapmaktır.  Yani, ne abartıyorsun diye düşünenler olabilir, bazen yazıyorlar bana “Getir teknoloji şirketi değil ki moto-kurye şirketi falan!” Olur Abi! Motosikletli kurye şirketine yabancı yatırımcı adamlar hesapsız kitapsız adamlar mı ki bu değerleri biçsinler.

Nazım Salur: Getir özünde çok kuvvetli bir teknoloji şirketidir.

Evet, motosikletli kurye şirkeyiz. Aynı zamanda gurur duyuyoruz kuryelerimizle. Ama Getir özünde çok kuvvetli bir teknoloji şirketi o sayede bu işleri yapabiliyor, o sayede bu değerlere ulaşabiliyor, o sayede burada yaptıklarını başka ülkede yapabiliyor. Bunu kurmak ve buralara getirmek bize kısmet oldu. Kurucu ortaklarla Getir’i kurduğumuzda biz daha bunu birinci günden burada başarılı olsun, bir fikir de Türkiye’den çıksın, bu coğrafyadan çıksın ve biz bunu bir gün export edelim, başka ülkelerde de yapalım diye bunu kurduk.

Bu başka ülkelerde yapma işi aslında gecikmiş bir iştir. Yani biz daha İngiltere’ye yeni  açabildik, 3 ay oldu. Ve şimdi Almanya, Hollanda ve Fransa’ya açıyoruz. Bu ay içinde Hollanda önümüzdeki ay içinde de Fransa ve Almanya faaliyete geçiyor ve şimdi yeni kararımız da yılın ikinci yarısında Getir’i Amerika’ya götürmek.

Biz birinci gün şunu da söyledik, kendimize söz verdik. Adı dedik, daha birinci gün,  birinci saat, tabi o zaman adı Bi-Getir’di, Getir değildi, kod adı Bi-Getir’di işin. Getir.com daha önceden başkalarınca alınmıştı onun yerine ‘bigetir.com’u almıştım, Bi-Taksi’ye yaptım diye. Sonradan neyse getir.com’u da bulduk, aldık birinden, bi’yi düşürüp “Getir” yaptık adını ve bu isimle götüreceğiz, Türkçe isimle götüreceğiz, dedik. Birinci gün bunu söylemiştik, dolayısıyla Londra’ya giderken insanlar soruyordu: Neden İngilizce bir şey koymadınız, adı niye “bring” değil ya da Batılı sound bir şey değil, bu da bizim tatlı bir dokunuşumuz olsun. Bugünkü dünya düzeninde aslında markalarınızla bir rekabettesiniz, sadece silah gücünüz veya ekonomik büyüklüğünüz veya doğal güzellikle değil… Tabi bunlar da önemli ama hani bunun içinde yurtdışında insanların bildiği kaç tane Türk marka var. Maalesef, az, yok değil, var tabi… Az ama bu sayı Türkiye’nin hak ettiği sayının çok altında bir sayı. Bunlara yeni markalar eklememiz lazım ve Getir’in kendine böyle biçtiği bir misyon var aslında.

“Getir’de henüz birinci filmi tamamladık…”

Şu anda yaklaşık 5.5 yıldayız ve nasıl anlatayım size bir seri film düşünün, Star Wars falan gibi, biz daha birinci filmi tamamladık. Türkiye’de iş belli aşamaya geldi. Londra’nın açılımı ikinci şeydir, yani Avrupa’daki diğer o şehirlerde… Esas buradaki büyük Pazar Amerika’dır. Ondan sonra başka ülkelere de götürmek istiyoruz yani dünya çapında inşallah, 5 yıl sonra dünya çapında bilinen bir iş olsun istiyoruz.  Bir de burada şuna çok dikkat ediyoruz, bugüne kadar bunu başardık. Sadece buradan bir marka çıksın değil, çıkan markanın kurucuları da kontrolü uzun yıllar elinde tutsun istiyoruz. Biz dolayısıyla erken aşamada şirketin yatırımcılardan gelen talepler doğrultusunda, mesela diyelim ki şirket daha 2 yıllıkken geldi birisi dedi ki “20 milyon dolar vereyim şirketin %20’sini ver” vermedik biz. Verseydik şirketin kontrolü bizde olmazdı, çünkü o parayı harcayacaktık, bize sonra yine para lazım olacaktı, yine verecektik, yine verecektik, biz bu durumda kurucular olarak bugün %10-%15 civarına inecektik. Evet, yine Türkiye’den çıkmış bir iş olacaktı bu ama aslında bu coğrafyanın insanlarının kontrolünde bir iş olmayacaktı. Biz işte işin içinde olan insanlar olacaktık, ortağı olacaktık ama küçük ortağı olacaktık. Biz, kurucular işin kontrolüne sahibiz, büyük ortağıyız ve öyle de devam edecek inşallah.

“Getir’in vizyonu: Yapalım, büyütelim…”

Getir’in vizyonu yapalım, satalım, çıkalım, paraları orada-burada yiyelim vizyonu değil yapalım, büyütelim, daha büyütelim ve bizden sonraki jenerasyonda devam ettirsin misyonu. Yani biz işi kurarken 20 yıllık perspektifle kurduk, asgari genelde start-up’lara verilen reçete yap, işte 3-5 yıl sonra sat, zengin ol. Bunu katıldığım hemen her toplantıda söylüyorum gençlere, bir daha söyleyeyim: Zengin olsanız bile 35-40 yaşında işsiz zengin olmak o kadar iyi bir fikir değil, sabah kalktığınızda sizi meşgul tutacak, heyecan verecek bir işinizin olması kuru paranızın olmasından daha önemli bir şey. Bu arada başarılı bir iş yaparsanız bir miktar paranız da olur, yani şirketin %1, %2, %3’ünü satabilirsiniz orada bir şey yok, o işte istediğiniz birkaç şeyi, hayatınızı, standardınızı yükseltmek için birkaç şeyi yaparsınız, hem işiniz olur, hem eviniz barkınız, ne istiyorsanız o da olabilir yani, ikisi birden olabilir yani illa şirketlerin satılması gerekmiyor. Örnek olarak da şunu söylemek istiyorum. Türkiye’nin girişim işinde yumurtacılık lazım, biz daha çok civciv sattık, piliç sattık, bazen de tavuk olup sattık, hâlbuki satmadan yumurtacılıktan para kazanmayı becermemiz lazım. Getir bir yumurtacılık işi diyelim… Bana söz verirseniz ben konuşurum!

Halim Sırçancı: Getir gerçekten çok başarılı bir Türk firması.

Halim Sırçancı

Vallahi Nazım Bey sohbetiniz çok güzel, ben de kesmeden dinliyorum sizi. Sohbetleriniz gerçekten çok akıcı, etraflıca birçok konuya temas ettiniz. Getir gerçekten çok başarılı bir Türk firması. Siz de çok başarılı bir girişimcisiniz. Tabi, bu noktaya gelmek kolay olmamıştır diye tahmin ediyorum. Buralara gelirken ne gibi sıkıntılar yaşadınız, bunları nasıl aştınız? Biraz da bunlara değinirseniz sevinirim.

“Getir’in hikâyesi 12 ciltlik ansiklopedi olur!

Nazım Salur

Vallahi, eskiden “Meydan Larousse” vardı, 12 cilt ansiklopedi, şimdi internetçiler ansiklopedi bilmez. Getir’in hikâyesi aslında 12 cilt ansiklopedi olur, vallahi çektiğimiz zorluklar da var. Start-up öyle bir iş.

“Start-up dert çözme işidir.”

Hani bunu şikâyet için söylemiyorum, start-up dert çözme işidir. Çünkü genellikle bir start- up ne kadar oyun bozan bir işse karşılaşacağı zorluk da o kadar fazla olur. Bizimki de daha evvelden kuralı yazılmamış bir iş olduğu için her şeyi yaparken öğrenmek durumunda kalıyorsunuz ve kuralları da biraz siz oluşturuyorsunuz. Dolayısıyla biz en zorunu seçtik. Bir de şöyle zor bir şey seçtik. Aslında Getir üç tane işin tek iş gibi hareket etmesinden oluşuyor. Getir özünde teknoloji işi, teknoloji olduğu için, biz teknolojiyi iyi yapabileceğimiz için Getir’i kurduk. Bi-Taksi’deki güvenimiz, oradaki esinlenmemiz Getir’in doğmasına neden oldu. Lojistik işi benim bildiği iş değil, perakendecilik de benim bildiğim iş değil, ben daha evvelinde perakende zincirinde üst düzey bir yöneticilik yapmadım, o tarzda malı alıp da markette satmayı bilmem aslında. Orayı biz hâlâ öğreniyoruz, burada güvendiğimiz şey biz teknolojiyi iyi yaparız, mobil teknolojiyi biliyoruz, kalabalıkları buraya getiririz, onlara uygun bir şekilde kullandırırız, sevdiririz, iki üç gün kullandıktan sonra devamlı kullanırlar ve gittikçe de hizmetimizi artırırız diye düşündük.

“Lojistik, perakende ve teknoloji işi Getir’de beraber çalışıyor.”

Bu çok zor bir iş, lojistik, perakende ve teknoloji işi Getir’de beraber çalışıyor. İyi teknoloji şirketlerinin çoğu off-line işlerde o kadar iyi değiller. Lojistik şirketlerinin çoğu lojistiği iyi yapar, teknolojiyi dışarıdan satın alır, bir ek olarak. Perakendecilerin çoğu perakende işini iyi yapar, teknoloji babında bir IT departmanı vardır, işlerini halleder, onların özü malı ucuza alıp iyi fiyata satıp tedarik işlemini doğru yapmaktır. Lojistiğin de kendi içinde esas amacı malı zamanında, doğru maliyetlerle yerine ulaştırmaktır. Ayrı bir kas gerekiyor her birinde, teknolojide de başka bir şey gerekiyor. Bunların üçünü bir arada iyi yapmak kolay değil, hem basketi iyi oynayacaksın, hem futbolu iyi oynayacaksın, bir de teniste iyi olacaksın gibi bir şey işte. Bizim işte üçünde birden iyi olmanız gerekmektedir.

Bazı böyle sporlar vardır, triatlon gibi… Yüzüyor, bisiklete biniyor, koşuyor falan… Biraz öyle bir iş bizimki. Benim oğlum da triatlon yapıyor, şimdi oradan aklıma geldi, güzel bir benzetme oldu. Yani orada şöyle şeyler yapıyorlar. Mesela Iron Man diye bir şey var. İşte 3 km. yüzüyorlar, 150 km. bisiklete biniyorlar, sonra da maraton koşuyorlar. 8-10 saat sürüyor, ben gidip seyrettim yani bunu. Ben seyrederken yoruldum, bunu onlar yaptı, bunu benim oğlum da onlardan biri olarak yaptı. Neticede çok yorucu bir şey… Getir de öyle bir şey aslında… Dolayısıyla zorluğu çoktur, ama zorluğu şöyle düşünmek lazım… Hani bu puzzlelar var ya çocuklara onlu falan başlatıyorsunuz, sonra yirmi oluyor, sonra elli, yüz falan… Bazıları da beş binliğini yapıyor, onunki günler sürüyor falan… Bizimki biraz elli binlik puzzle falan, yani öyle deyim. Ondan hoşlanıyorsanız, sabrınız varsa yapın ama her start up Getir kadar çetrefilli, zor olmak zorunda değil. Mesela oyun işi de zor ama neticede teknolojik bir iş yaptığınız zaman malı birer birer götürmüyorsunuz, koyuyorsunuz appstore falan ya da nereye koyuyorsanız bilmem işte 100 milyon kişi onu oradan kullanıyor. Siz bir kişiye yani bu yayını yaparken kaç kişi izliyorsa izliyor, ayrı ayrı siz kimsenin evine kamera göndermiyoruz değil mi? Bu güzel yanı ama biz yaptığımız hizmette o çikolatayı, gofreti, dondurmayı, yumurtayı ya da o sütü birer birer gönderiyoruz. Şu an biz konuşurken 5000’in üstünde insan bir yerlere bir şey götürüyor şu an ülkemizde. Ve Londra’da da götürüyor. 500 kişi de şu anda bizde Londra’da çalışıyor ve bu gece gündüz böyle. Gerçi şu an sokağa çıkma yasaklarından dolayı saat 10.00’dan 17.00’a kadar yapabiliyoruz bunu ama 24 saat duraksızın işleyen bir sistem var orada, çok zor bir şey. Yani, gençlere hemen böyle “ikinci bir Getir kurun!” falan diye tavsiye etmiyorum aslında, isteyen kursun tabii bu konuda  yasaklamıyorum kimseyi! Ama daha bizim kadar yorulmadan, bizim kadar büyük ekiplere bağlılık olmadan da kurulabilecek daha rahat start-up’lar var. Mesela Bi-Taksi… Orada da milyonlarca müşterimiz var. 20.000’nin üzerinde taksi şoförü kayıtlı. O operasyon kırk küsur kişi ile yürüyor. Getir’in saha da 11.000 kişisi, ofiste de 2000’e yakın çalışanı var. Getir 13.000 kişi ile yürüyor şu anda. Bir taraftan çok daha zor, diğer bir taraftan da ülke ekonomisine ufak da olsa katkımız oluyor diye düşünüyorum.

Halim Sırçancı

Nazım Bey yarım saat nasıl geçti, ben anlayamadım, sohbetiniz dediğim gibi çok akıcı, çok hoş. Ben anlattıklarınız için çok teşekkür ediyorum gerçekten ilham verici bir konuşma oldu. Getir gerçekten iftihar ettiğimiz, güzide bir kuruluşumuz, sizin de ifadelerinizden öyle anlaşılıyor, istihdama çok ciddi katkılar sağlıyor. Bizim Getir gibi örnekleri artırmamız gerekiyor. Evet, söyleşi için çok teşekkür ediyorum Nazım Bey, birçok arkadaşımıza bence ilham vermiştir diye düşünüyorum. Getir gibi yeni girişimler daha gelir diye düşünüyorum.

Nazım Salur

Ben bir şey daha söyleyeyim buradan.

Halim Sırçancı

Lütfen, buyurunuz Nazım Bey.

Nazım Salur

Sayın Bakanımıza da seslenmek isterim. Gelip bizi ziyaret ettiler. Bizim tabi bu işleri yaparken pek devlet kurumlarıyla işimiz olmadı bugüne kadar ve hep işimizde, gücümüzde insanlarız.  Geçen sene Sayın Bakan Mustafa Varank bizi ziyaret etti, işimizi yerinde gördü, arkadaşlarımızla konuştu. Kendisi daha önceki konuşmada bizden bahsetti. Onun bakanlığı nezdinde girişimcilere, bizim gibi girişimlere devlet nezdinde çok daha sıcak bir bakış açısı var. Onu da burada söylemeden geçmeyeyim. Bir şey daha söyleyeyim. “Devlet girişimciler için ne yapabilir?” Çok iyi yapabileceği bir şey var aslında. Yani, fazla bürokrasiye biz maruzuz aslında, her girişimci fazla bürokrasiye maruz kalıyor. Mesela, ‘Fintek’çileri (Fin-tech)düşünün mesela… Fintek dünyada çok önemli bir kategori, bizde Fintek kurmak inanılmaz zor bir şey mesela. O kadar çok regülasyona bağlı bir iş ki izinlerin alınması… Alınamıyor, alınırsa aylar, yıllar sürüyor, pahalı şeyler… Şimdi bu tabi ki finansal dünya ayrı bir dünya, regüle de edilmesi lazım, öbür türlü bir sürü aksaklıklar oluyor, dolandırıcılar oluyor falan devletin bir gate keeper olması lazım ama gate keeper olayım derken işi de engellememek lazım. Yani, trafik kazaları olacak diye trafiği de yasaklarsak olmaz yani, gidemeyiz bir yere. Trafik akacak siz de burada kazaları önleyeceksiniz. Hani neticede burada biraz millet yola çıkmasın, trafik kazası da az olsun gibi bir kafa görüyorum ben orada, özellikle mali tarafta.

‘Dünyada ne oluyor?’a bakıp bürokrasiyi azaltmak iyi olacaktır. Bizim gibi teknolojik girişimlerin, çeşitli kamu otoriteleri ile büyüdükçe ilişkileri oluyor, oralarda da çeşitli zorluklar yaşanıyor, eski düzeni bozuyorsunuz, neticede biz mahalleye bir şey getiriyoruz, eski oyunu bozan işler yapıyoruz ama start-up’ın start-up olmasının amacı da o.

Platformunuzu seçin ve paylaşın.