Bilge Kral’la Bosna’nın yakın tarihine tanıklık ettik.

 

“Kendilerine deliliğin bulaştığı insanlar mutludurlar, ben de onlardan biri olduğumu düşünüyorum.”

 
2009 yazının ilk Pazar sabahını Boğaziçi Konak’ın huzur veren bahçesinde kahvaltı yaparak karşıladık. Çaylarımızdan aldığımız son yudumla Aliya’nın şahsında Boğaziçi’nden Bosna-Hersek’e uzanan bir yolculuğa başladık.
 
Evvela Bosna Hersek Cumhuriyeti’nin koşullarını daha iyi kavrayabilmek için bölgenin tarihsel gelişim sürecini kısaca inceledik. Bu noktada en önemli husus Bosna’nın Fatih Sultan Mehmet tarafından 1463 yılında; yani İstanbul’un fethinden yalnızca 10 sene sonra fethedilerek Rumeli Eyaletine bağlı bir sancak statüsüyle Osmanlı İmparatorluğu’na katılmasıdır. Bu tarihte, şu an Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde olan Anadolu’nun birçok şehri henüz Osmanlı topraklarına dâhil olmuş değildi. Bu bağlamda Bosna Hersek’in Osmanlı ve daha sonrasında Türkiye ile olan bağının tarihsel açıdan ne denli kuvvetli olduğu sonucu ortaya çıkar. Batılı bir yorumcu 1595’te Slavcanın Osmanlı İmparatorluğu’nun üçüncü dili olduğuna işaret etmiştir. Bir sadrazamlar kuşağı yetiştirmiş olan İstanbul’daki Sokullu ailesi, Bosna kökenliydi. 16. ve 17. yüzyıllar boyunca, Bosna kökenli olan dokuz sadrazam vardı.  
 
 
Daha sonra Aliya’nın çocukluk ve ilk gençliğinin kapılarını araladık. 1925 yılında Bosanski Samac’da doğan Bilge Kral, 2 yaşında ailesiyle birlikte hayatının geri kalanını geçireceği Saraybosna’ya taşınır.
 
Babası I. Dünya Savaşı sırasında cephede ağır yaralanır. Bu yüzden daha sonraları çocukluğunu babasının hastalığından müteessir olarak geçirdiğini söyleyecektir. Çocukluk döneminde yaşadığı kıtlık, savaş ve zor günlere rağmen yine de bu dönemde harika zamanlar geçirdiğini söyleyecek kadar hayatı olumlayan da biridir Aliya. Dine olan bağlılığını-en azından kısmen- çok dindar bir kadın olan annesinden aldığını söyler. 12-14 yaşlarında bir çocuk iken, annesi mahalle camisine sabah namazına gitmesi için oğlunu hiç aksatmadan tam vaktinde kaldırır. Taze bahar sabahlarındaki o cami, sabah namazının ikinci rekâtında daima okunan Rahman Suresi ve herkesin kendisine saygı duyduğu âlim bir şahsiyet olan imam; aradan uzun yıllar geçse de yaşamının tozlu sayfaları arasında yerini ilk günkü canlılığıyla korumaya devam etmektedir.
 
Henüz 16 yaşında bir gençken Mladi Muslumani (Genç Müslümanlar) adlı yapılanmanın on saflarında yer alır.
Genç Müslümanlar hareketinin genel odağını belirleyen İslam ile ona muhalif mahiyetteki iki referans noktası -anti-faşizm ve anti-komünizm-dır. Örgüt 1941-1945 yıllarında oldukça güçlenir ve II. Dünya Savaşı sonrası komünist yetkililerin yarattığı dehşetle tutuklamalar başlar.
 
Aliya da 1946’da tutuklanarak üç yıl hapse mahkum edilir. Hapiste geçirdiği 36 ayı bile “İnsanlar başka bir şeye niyet etmişlerdi fakat Allah tümüyle farklı bir şey ihsan etmişti.” diyecek kadar Allah’a teslimiyet noktasında karşılar.
 
Hapisten çıktıktan sonra Saraybosna’da hukuk tahsili yapar ve gizli bir şekilde siyasi faaliyetlerini sürdürür. Hapisle ikinci kez tanışması ise 1960’lı yıllarda “İslami yeniden doğuşun sorunları” üzerine kaleme aldığı İslam Deklarasyonu kitabı sebebiyle olur. 1983 yılında başlayan bu ikinci hapis dönemi 1988 yılında son bulur. Haksız yere hapiste geçirdiği altı yıldan sonra kendine hüküm giydiren hâkimleri bir politikacı olarak affettiğini ancak bir insan olarak affetmediğini dile getirecek kadar erdem sahibidir.

Aliya İzzetbegoviç 1990 yılında Bosna Hersek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilir. 1992 yılında da Bosna Hersek’e yönelik ilk Sırp saldırısı gerçekleşir. Bu saldırıyla birlikte II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş olan en büyük katliam sahneye konmaya başlanacaktır.
 
14 Aralık 1995 tarihinde Dayton Barış Anlaşmasının imzalanmasıyla ortaya çıkan tablo 200 bini Boşnak olmak üzere 312 bin kişinin hayatını kaybettiği, 2 milyon civarında insanin da yurdunu terk etmek zorunda kaldığı kan, vahşet ve gözyaşı dolu bir manzaradır.  
 
Tarihe Tanıklığım adlı otobiyografik eserle, bir kez daha Aliya Izzetbegovic’in nasıl “Bilge Kral” olduğunu gözlemleme fırsatını bulduk.
 
 
Her satıra sinen insan sevgisi, merhamet, yüksek İslam ahlakı ve bu ahlakın getirisi olan erdem ile böyle büyük bir sevgiye mazhar olmanın haklılığını gördük. Çocuk denebilecek yaşlardan, ömrünün sonuna kadar halkı için mücadele etmiş bir kahraman, sadık bir eş, sevgi dolu bir baba, onurlu bir dava arkadaşı, kararlı ve azimli bir lider, her şeyden önce de kalbi Allah sevgisi ve merhamet ile dolu üstün bir şahsiyetti, bu kitabin satır aralarına saklanmış olan Aliya.
 
Bu kitap vesilesiyle, Bosna Hersek Savaşı sırasında şehit olan tüm kardeşlerimizle birlikte Bilge Kral’a Allah’tan bir kez daha rahmet diliyoruz.

Fatma Betül Aysan/Kimya Mühendisliği 2006

 

Platformunuzu seçin ve paylaşın.