Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan: Bundan sonrası için ana eksenin kampüste olduğu ama mutlaka online teknolojilerle desteklenen bir eğitimin verilmesi gereklidir.

Covid-19 sürecinin birçok alandaki gelecek projeksiyonlarını güncellediği zamanlardan geçiyoruz. Bu alanların en önemlilerinden biri de hiç kuşkusuz eğitim…

Salgının dünya genelinde uzaktan ve sanal eğitimi zorunlu kıldığı dönemde biz de bundan sonrası için üniversite eğitiminin alacağı istikameti Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan’la konuştuk.

Yıldız Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş’un moderasyonunda gerçekleşen sohbette;

Covid sürecine yükseköğretim nasıl yakalandı, kurumlar nasıl tepkiler verdi?

Covid sonrası üniversite eğitimini bekleyen gelişmeler, değişimler nelerdir?

Yükseköğretimi ilgilendiren “yeni normal” nasıl olmalıdır?

Türkiye’deki yükseköğretimin zihniyet, alışkanlıklar ve teknolojik altyapı bakımından değişime cevap verme kapasitesi nedir gibi başlıklar ele alındı.

Programın başında Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş ülkemizde yükseköğretimdeki öğrenci sayıları, üniversite sayımız, fakülte ve araştırma uygulama merkezleri sayıları, akademisyen sayımız, patent sayıları, akademik yayın sayımız, kontenjan durumumuz, öğrencilerin ağırlıklı olarak tercih ettikleri bölümler ve yükseköğretimi bekleyen yeni trendler hakkında bilgiler aktardı. Erdoğmuş vermiş olduğu yükseköğretimin fotoğrafının çekildiği bilgiler ışığında artık bu alanın nicel olarak yeterli büyüklüğe ulaştığını, bundan sonrası için niteliği konuşmamızın önemine dikkat çekti. Erdoğmuş şöyle dedi: “Yükseköğretimimizde artık uygun büyüklüğe ulaştı. Performans konusunda maalesef iyi değiliz. Patent sayısı, yayın sayısında oldukça gerideyiz. GSMH’de Ar-ge paylarımız düşük. Türkiye’nin yükseköğretimde niceliksel olarak belli bir başarıya ulaşmasına rağmen çıktılar bakımından kat etmesi gereken çok yol var.”

Nihat Erdoğmuş’un toparlayıcı girişi sonrası sözü Prof. Dr. Deniz Ülke Arboğan’a bıraktık.

Geçirdiğimiz son 20 yılı kırılmalar yılları olarak nitelendirebileceğimizi belirten Arıboğan, 2008 dünya iktisadi buhranı ve 11 Eylül hadisesinden sonra pandeminin de 3’üncü büyük kırılma noktası olduğuna işaret etti. Herkesin evlerinde olup, dünya genelinde yaklaşık 1,5 milyar öğrencinin okullarına gidemediği süreçte üniversitelerin tablonun önemli bir yerinde bulunduğunu ifade eden Arıboğan, yükseköğretimimizde son hadiseler karşısında alınan aksiyonları ve pandeminin eğitimi zorladığı yöntemlere dair kendi değerlendirmelerini şu sözlerle ortaya koydu:

“Herkes evlerinde ve yaklaşık 1,5 milyar öğrenci evlerinde okula gidemiyor. Doğal olarak üniversiteler bu olayın en önemli yerindeyiz. Eğitim insanın insana dokunduğu en önemli alanlardan bir tanesidir. Covid’in etkisi şöyle oldu. Bizler çok hızlı bir şekilde teknolojiyi hayatımıza soktuk. Şahsi olarak online sistemler gelecekte nereye gidiyor konusuna çok merakım var ve online sistem kurulması konusunda her çalıştığım üniversitede yönetime baskı yapmışımdır. Ama genelde direnirlerdi. Geleneksel öğretim üyeleri çok fazla teknoloji kullanımını sevmezler. Ama ister istemez derslerinizi planlama, materyalleri online hazırlama, öğrenciyle iletişiminizi yürütme gibi pek çok konuda online içimizdeydi aslında. Ama ilk defa dersi de online platforma çekmek gibi bir mecburiyet hasıl oldu. Bu tercihen ortaya çıkmış bir şey değildi. Sorulsaydı belki de birçok öğretim üyesi bunu tercih de etmezdi. Fakat en geleneksel 60-65 yaşındaki hocalarımız bile ekranın başına oturdular. İlk bir hafta içerisinde biz üniversitemiz olarak hızlı bir şekilde bütün alt yapıyı tamamladık. İki hafta içinde bütün öğretim üyelerimizle birlikte yüzde yüz oranında online eğitime geçmiştik. Online eğitimden üniversite öğrencilerinin memnuniyeti düşük, % 29’larda… İlk zamanlarda ilgi fazlaydı sonra ise giderek azaldı. Öğrenciler o ilk heyecanı kaybettikleri gibi verim almakta çok zorlandılar. Şunu söyleyebilirim bir müzeyi gezebilirsiniz, canlı olarak içinde dolaşabilirsiniz. Oranın kokusunu içinize çekebilirsiniz. Ya da bunun yerine bu müzenin videosunu da izleyebilirsiniz. Ama videosunu izleyerek müzedeki bir tabloyu, heykeli yakından görmenin yarattığı coşkuyu hissedemezsiniz. Bilgi bir bütün olarak değerlendirilmeli. Hocanın ses tonundan, beden dilinden, sınıf ortamından, arkadaşının gürültüsünden, tozundan toprağından oluşan bir bütünün içine giriyorsunuz eğitimde. Online eğitimin diğer her şeyden kopartılarak “bundan sonra bu iş böyle olacak” şeklinde olması zor. Online eğitimin üniversitelerin ya da k12 için temel eğitim sistemi haline gelmesi uygun değil. Pandeminin başında dünya sathında kime sorsanız bundan sonra herkes evinden çalışacak, kimse ofise gitmez, eğitim için okula kampüse hiç gerek yokmuş, ne gerek varmış o kadar maliyete denirken şimdi gelinen nokta müthiş bir bıkkınlık, artık evden çıkmayı isteyen, home ofis çalışmayı hiç sevmeyen insanlar ortaya çıktı. Zaten bundan sonra çok az belirli bir kesim iş grubunun evden çalışmaya devam etmesi mümkündür. Onun dışında mutlaka ofise gelmek, arkadaşlarıyla sinerji içinde olmak ve sosyalleşmek isteyecektir insanlar. Devamlı ekranın karşısında yeterli ölçüde performans almanın imkânı yok.”

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan: Bundan sonrası için ana eksenin kampüste olduğu ama mutlaka online teknolojilerle desteklenen bir eğitimin verilmesi gereklidir.

Yüz yüze eğitimin gerek hocanın anlatırken karşısındakilerin enerjilerini ve mimiklerini görerek kendini ayarlaması, gerekse dinleyenlerin verimliliğini ve dikkatini artırması açısından gerekli olduğuna dikkat çeken Deniz Ülke Arıboğan online eğitime dair görüşlerine şöyle devam etti:

“Online dediğimiz şey böyle büyülü, her şeyi değiştirecek bir şey değil. Online eğitim de uzaktan eğitim de çok uzun süredir aslında var. Evet, avantajları var. Mesela bundan sonra karlı, soğuk havalarda biz öğrencilere bugün okula gelmeyin dersi online yapacağız diyeceğiz. Ama rahat ulaşım imkânı var ise öğrenci okula mecbur gelecek. Çünkü bu iş fiziksel artı dijital yönetilmek zorundadır. Ne tek başına ne kampüs ortamı eğitiminin ne de tek başına online eğitimin sürdürülmesi mümkün değildir. Ana eksenin kampüste olduğu ama mutlaka online teknolojilerle desteklenen bir eğitimin verilmesi gereklidir.”

Pandeminin üniversite eğitim ayağında online ders anlatımı ve öğrenciyi motive etme açısından iki önemli eksikliği ciddi bir şekilde ortaya çıkardığını belirten Arıboğan, bunlardan birinin öğretim üyelerinin Milli Eğitimdeki diğer öğretmenler gibi pedagojik eğitim almamış olması, diğerini de teknik bilgi yetersizliği olduğuna işaret etti ve kriz bitiminde bu iki konuya da eğilmek gerektiğinin altını çizdi.

Sürecin kurumlar için getirdiği ekstra maliyetler, online ders hazırlama konusunda yaşanan sorunlar, sınav yapma tekniklerine dair halen hakim olan belirsizliklere de değinen Arıboğan “Bu kriz yüz yılda bir rastladığımız bir krizdir. O yüzden hepimiz için, öğrenciler için ama daha çok da eğitim kurumları ve öğretmenler olarak adaptasyon sorununun çok olduğu bir dönemdir.” sözleriyle pandeminin üniversiteler ve öğretim üyeleri tarafındaki etkilerini ortaya koymuş oldu.

Arıboğan: Bu süreçte öğrenciler arasındaki eşitsizlik olağanüstü seviyeye ulaşmış durumdadır.

Peki, öğrenciler bu süreçte ne durumda? Arıboğan bu noktada her ne kadar jenerasyon olarak yeni siteme adapte olmakta sorun yaşamaması beklenen öğrencilerin ev ortamları, aile eğitim ve gelir düzeyleri açılarından bakıldığında kendi aralarındaki eşitsizlik anlamında pek çok handikap yaşandığını dillendirdi. Prof. Arıboğan şunları kaydetti:

“Öğrenciyi üniversiteye aldığımızda biz ona bir kapasite sağlıyoruz aslında… Kütüphane ortamı, internet ortamı, hocalara ulaşabilmesi hususunda aralarındaki farkı ortadan kaldırıyoruz. Bu süreçte öğrenciler arasındaki eşitsizlik olağanüstü seviyeye ulaşmış durumdadır. İstanbul’da olanlarla Anadolu’da olanlar, gelir düzeyi iyi olanlarla düşük olanlar, aile eğitim düzeyi yüksek olanlar, yüksek olmayanlar, az çocuklu olanlarla çok çocuklu olanlar gibi bunların tamamının birbirinden farklı standartları oluşmaktadır. Biz bu şartlarda onlara verdiğimiz ödevleri aynı seviyede bekliyor ve bunlar üzerinden not veriyoruz öğrencilere. Bu durum haksızlığa yol açmaktadır. İkinci olarak öğrencilerimizin psikolojileri iyi değil. Hiçbirimiz iyi değiliz aslında. Hepimiz depresif, çok ağır bir baskı altındayız. Öğrencilerimizin anne babalarının işini kaybedip etmediğini bilmiyoruz. Binlerce öğrenci babasının işi battığı için okul taksitlerini ödeyemeyeceği bilgisini iletiyor. Okula nasıl devam edeceğini bilemez halde olanlar var maalesef.”

Kendisinin uluslararası öğrencilerin süreçten nasıl etkilendikleri, yaşadığımız tablonun beyin göçüne olası etkileri ve üniversite istihdam bağlantısına dair görüşlerini de aldığımız değerli konuğumuz Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, katılımcılarımızdan gelen soruları da cevapladı.

Programın geniş halini aşağıdaki Youtube linki üzerinden izleyebilirsiniz.

Platformunuzu seçin ve paylaşın.